Mustafa Fahs
TT

Tahran ve Tel Aviv… Gerilimi artırma yolu

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu süreç üzerindeki kontrolünü kaybetti ve çatışmayı daha önce görülmemiş seviyelere çıkararak Tahran'ı misilleme yapmaya zorladı. Tahran'ın misillemesi kısıtlı olsa da sonuçları öyle olmayacak. Netanyahu İran'ı yaklaşık bir yıldır kaçındığı adımları atmaya zorluyor. Saldırı ve misilleme döngüsü iki ülkeyi Netanyahu'nun 7 Ekim'den beri istediği ve Tahran'ın on yıllardır kaçındığı doğrudan çatışmaya yaklaştırıyor.
İran salı günü işgal altındaki Filistin topraklarında bulunan İsrail hedeflerine 200 hipersonik füze fırlattı. Bu misilleme iki ülke arasındaki mücadelede bir dönüm noktasıdır, ancak saldırının büyüklüğü hiçbir şekilde İsrail'in saldırılarıyla eşdeğer değildir. İran’ın misillemesi, iki taraf arasındaki güç dengesini yeniden tesis etmeye yetmeyecektir; daha ziyade inisiyatifi yeniden ele geçirmeye yönelik bir girişim olarak görülmelidir.
Geç de olsa inisiyatifi yeniden ele geçirmek için harekete geçmek, bunu hiç yapmamaktan daha iyidir. İran, acıları hafifletmek ya da adaletsizlikleri gidermek için mi inisiyatifi geri alma çabasını geciktirdi? Olaya dini bir çerçeveden bakarsak -aslında İran rejiminin teokratik bir ideolojisi var ama pragmatik bir strateji izliyor- rejimin şimdiye kadar içinde bulunduğu en zorlu aşamayla yüzleşirken bu ikisini birleştirmekte ısrarcı olmaya devam ettiğini görürüz.
Hamas lideri İsmail Heniyye’nin Tahran'da suikasta uğramasına verilen gecikmiş tepki ve Kudüs Gücü'nün Lübnan ve Suriye Komutanı Abbas Nilfuruşan ile birlikte öldürülen Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın suikastına verilen kaçınılmaz yanıt... Tahran, birbirine bağlı iki düzeyde imajını yeniden tesis etmeye çalışıyor: İlk olarak Tahran, vekil güçlerinin yanı sıra destekçilerinin de güvenindeki erozyonu tersine çevirmek istiyor. Başlangıçta eylemsizliğine yönelik eleştiriler fısıltı halinde dile getirilirken, geçtiğimiz yıl boyunca ‘arenaların birliği’ stratejisinin yalnızca İran'ın ulusal güvenlik çıkarlarına hizmet ettiğinde uygulanmasıyla bu eleştiriler giderek daha fazla duyulur hale geldi. Bu durum bazılarını, Hasan Nasrallah'ın öldürülmesinden sorumlu tuttukları yetkililerinin açıklamalarıyla İran'ı açıkça Hizbullah'ı terk etmekle ya da açıkta bırakmakla suçlamaya itti. Başta Hizbullah destekçileri olmak üzere tüm Lübnan halkı bu suçlamayı yaptı ve Lübnan üçüncü bir İsrail işgali tehdidi altındayken İran'ın kendi ulusal güvenliğine öncelik verdiğinden yakındı.
İkinci düzeyin hem uluslararası hem de yerel boyutları var. İran'ın itibarını ve prestijini geri kazanmaya çok ihtiyacı var, ancak iç hesaplaşmalar nedeniyle olayların kontrolden çıkmasını da istemiyor. İranlıların çoğunluğunun, ülkelerinin kendilerinden kaynaklanmadığını düşündükleri bir savaşa girmesini istemedikleri açık. Ulusal öncelikleri olmayan herhangi bir davanın ya da mücadelenin savunulması için ellerini taşın altına koymaya istekli değiller. İsrail'i haritadan silmek isteyen sertlik yanlıları da dahil olmak üzere İran'ın yönetici elitleri arasında bazıları bile rejimin bekasını tehdit eden bir çatışmadan kaçınmak istiyor. Dolayısıyla, İran'ın tercih ettiği seçenek, İsrail'in misillemesini yönetmeyi ya da kontrol altına almayı Washington'a bırakan ölçülü bir yanıt oldu.
Kısıtlama stratejisine ilişkin olarak İran hükümet sözcüsü, hem yerel hem de uluslararası kitlelere hitaben, duruşlarının saldırgan değil savunmacı olduğunu vurguladı. Küresel olarak, Netanyahu'nun pervasızlığının işleri çok ileri götürmesini engelleme çabası görüyoruz. Her şeyden önce amaç, Washington'un tek başına yönettiği İran'ın nükleer programının misillemesini izole etmek.
Dolayısıyla İsrail'in İran içindeki hedeflere saldırması çok muhtemel, ancak nükleer tesisler hedef alınmayacak. Bu yüzden misilleme yapması halinde İran'ın Tel Aviv'in misillemesine nasıl karşılık vereceğine karar vermek için alanı olacak. İran bunun yeni angajman kuralları oluşturacağını umuyor. Ancak bölgeyi gerilime iten Tel Aviv'in bu kurallara uyması gerekmiyor.