Sudan içinde ve şüphesiz dışında pek çok kişi, birkaç gün önce Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) saldırısına uğradığında sahne olduğu katliamdan önce, Sudan'ın merkezindeki el-Cezire Eyaleti'nde bulunan el-Sariha köyünün adını duymamıştı. Bu saldırı sırasında masum sivillerin öldürülmesi, tutukluların soğukkanlılıkla tasfiye edilmesi, yaşlılara işkence ve aşağılama dahil her türlü suç ve ihlal işlendi.
Sariha katliamı tek değildi; Cezire Eyaleti, HDK’nin Cezire bölgesi komutanı Ebu Akila Kikel'in ayrılıp ordu saflarına katılmasını müteakip misilleme niteliğindeki vahşet operasyonlarının bir parçası olarak, HDK’nin yaydığı terör ve korku ile dolu günler yaşadı ve yaşıyor. HDK silahını ve öfkesini masum vatandaşlara yöneltti. 30'dan fazla köy şiddetli saldırılara maruz kaldı, çok sayıda masum erkek, kadın ve çocuk öldürüldü, kadın ve kız çocuklarına yönelik tecavüz ve kaçırılma vakaları kaydedildi. Bazı vatandaşlar ise serbest bırakılmaları için ailelerinden fidye talep etmek amacıyla gözaltına alındılar. Evler, tarlalar ve ürünler ateşe verildi, on binlerce kişi HDK baskısından uzakta güvenli alanlar aramak için köylerini terk etmek zorunda kaldı.
Bu bölgelerden gelen tüm haberler ve görüntüler dehşet vericiydi ve çaresiz vatandaşın HDK’nin birincil hedefi haline geldiğini bir kez daha doğruladı. Öldürme ve korkutmayla hedef alıyor, kaçmaya zorluyor, malını yağmalıyor, namusunu çiğniyor, ardından liderleri ve sözcüleri aracılığıyla çıkıp vatandaşın ihlal edilmemesi gereken kırmızı çizgisi olduğunu iddia ediyor!!
Bu sessiz, sakin köylerde ne ordu kampları vardı ne de kendileri askeri operasyon kavramına göre stratejik yerlerdi. Kendilerine yönelik saldırılar, HDK militanlarının kasıtlı olarak vatandaşların kalplerine korku saldığı, panik uyandırdığı ve onları köylerinden kaçmaya zorladığı acımasız, misilleme amaçlı operasyonlardı. Bu, milislerin ele geçirdiği her yerde benimsedikleri bir yöntem.
HDK bu terör stratejisi aracılığıyla, ordunun dikkatini dağıtmak ve bir dizi stratejik bölgeyi özgürleştirip HDK’yi buralardan kovabildiği koordineli saldırısı sırasında kafasını karıştırmak istemiş olabilir. Gerçekten de silahlı kuvvetler üzerinde bir tür halk baskısı oluşturmak için HDK’ye bağlı medya odaları ve destekçileri tarafından “Ordu nerede?” başlığıyla koordineli bir medya kampanyasının başlatıldığına şahit olduk.
Gerçekleri tersine çevirmeye yönelik bu sistematik kampanya çerçevesinde, Cezire’deki katliamların kurbanlarının savunmasız vatandaşlar değil, silahlı oldukları yönünde sesler de yükseldi ki bu, menfur suçları meşrulaştırmaya yönelik gerçekten sefil bir girişimdi. Zira bu köylerin sakinleri Hızlı Destek Kuvvetleri’ni arayıp karşılarına çıkmadılar, aksine bu kuvvetler öldürmek, yağmalamak, insanların namus ve onurlarına saldırmak amacıyla bu köylere geldiler. Sakinlerine karşı ağır silahlar dahil, her türlü öldürme ve korkutma aracını kullandılar. Her kritere ve tüm yasalara göre bu kişilerin kendilerini savunma hakları vardır. Kaldı ki dolaşımda olan bazı videolarda saldırganlara karşı koymaya çalışanların çoğunun, sopa ve paladan başka bir şey taşımadığı görülüyor. Aralarında az sayıda ateşli silah sahibi olduğunu varsaysak bile bu kişilerin topraklarını, halklarını, onurlarını savunma hakları yok mu?
Cezire'de son dönemde yaşanan katliamlar Sudan içinde ve dışında geniş çaplı şoklara neden oldu ve birçok ülke, kuruluş ve kurum bunları kınadı. Bunlar arasında BM de vardı ve Sudan'daki İnsani Yardım Koordinatörü Clementine Salami aracılığıyla katliamlardan duyduğu “şok ve şaşkınlığı” ifade etti. HDK’nin “sivilleri ayrım gözetmeksizin vurduğuna”, “kadınlara ve kız çocuklarına yönelik cinsel şiddet eylemleri gerçekleştirdiğine”, “pazar yerlerini ve evleri kapsamlı bir şekilde yağmaladığına” dair haberlere atıfta bulundu. Keza HDK’nin pek çok köyde yaşayanları “fiziksel saldırılara, aşağılamalara ve tehditlere” maruz kalmaları nedeniyle güvenli bir yer bulma arayışı içinde köylerinden kaçmaya ittiğini de belirtti. Katliamları kınayanlar ve faillerden hesap sorulması gerektiğini vurgulayanlar arasında, el-Ezher eş-Şerif ile Avrupa Birliği de vardı.
Bu korkunç uygulamalar zaman aşımına uğramayan, hiçbir mantık, ahlaki veya insani ölçüde haklı gösterilemeyecek savaş suçlarıdır ve faillerinden mutlaka hesap sorulması gerekir. Ayrıca bu güçlere silah ve parayla destek veren herkes de bu menfur suç ve ihlallerin sorumluluğunu taşımaktadır.
Suçlar çok açık ve netti, failleri biliniyordu ve vicdanı ya da özsaygısı olan herkesi sarsan suçlarını, bizzat kendileri çektikleri videolarla belgeliyorlardı. Bu nedenle siyasi hesapların gözlerini kör ettiği kişileri, puan kazanmak için gerçekleri çarpıtmaya çalışanları, ya orduyu vatandaşları yüzüstü bırakıp onları savunmamak ile suçlayarak ya da vatandaşların silahlı ve seferber edilmiş olduğunu söyleyerek hesaplarını tasfiye etmeye çalışanları garip karşılamıyorum.
Bu kampanyayla birlikte ve bu dönemde, bazı tarafların harekete geçerek Sudan'a BM-Afrika güçlerinin müdahale etmesi yönündeki önceki çağrılarını yeniden aktifleştirmeleri de garip değildi. Zira Sudan sahnesi, ülkeyi sonuçlarından koruyacak bir çıtanın olmadığı manevraların arenasına dönüştü.