Bölge kazanı kaynıyor, büyük değişimler, krizler ve dönüşümler yaşanıyor. Her ne kadar birçok bilgi ve derinlemesine analiz, birden fazla faktör nedeniyle geçici olarak göz ardı edilebilecek bir takım gerçekleri doğruluyor olsa da, Suriye olayı hâlâ sıcak ve boyutları henüz açığa çıkmadı. Ancak Arap dünyasında “sosyal medyada” ve tüm yeni platformlarında sunulanlara göz atanlar, olaylar ele alınırken korkunç bir fikir ve politik saçmalık kalabalığı olduğunu keşfedecektir.
Coşkulu ve ünlü bir genç, bırakın düşünce ve analizi, siyasetle hiçbir ilgisi olmayan, hızla yayılma ile yakından ilgili araçları kullanarak iyi olmadığı bir alanda ahkam kesiyor. Birçok alıcının kafasını karıştıracak kadar hızlı ve geniş bir yayılımla insanlara ulaşıyor. Düşünce yapısı gereği, önerdiklerinin boyutlarının farkında değil ve bunun ahlaki sonuçlarına da katlanmıyor, çünkü kıyafetlerini değiştirdiği gibi düşüncelerini de değiştirebiliyor.
Kamuoyu oluşturmak önemli bir iştir ve her halükarda bu iş kendisini iyi yapmayanlara ve ehil olmayanlara bırakılmayacak kadar büyüktür. İşte bu yüzden bu ünlülerin çoğu, sundukları içeriğin boyutunun farkında olmadan, bölgesel veya küresel “ülkelerin”, büyük “şirketlerin” ve örgütlü “ideolojilerin” eğilim ve politikalarının propagandasını yapma tuzağına düşüyorlar. “Bilgisizlikten zevk almanın” yanı sıra “şöhret” ve “nüfuz” peşinde koşmanın sonucu malumdur.
Görev ve makam sahipleri her zaman devletin direktiflerinin kesin olarak “uygulanmasının” peşinde koşarlar ve bu şüphesiz önemli bir konu. Onlarla birlikte her biri kendi alanında düşünce ve karar verme yetkisine sahip devlet adamları vardır. Ama aydınların ve yazarların işi farklıdır. Aralarında anlaşmazlıklar, her birinin farklı fikirleri ve farklı bakış açıları vardır. Devlete ve liderliğe bağlılıkta birleşirler, ardından bilim, analiz, fikirlerin ve olayların sonuçlarına dair derin düşünceler onları ayırır. Farklı görevler, hedefler ve tartışmalarsa herhangi bir ülke veya insan uygarlığı için yalnızca daha fazla güç demektir.
Son yıllarda dünya, doğal bilgi piramidinde bir ters dönüşe tanık oluyor. Filozoflar, düşünürler ve büyük uzmanların da dahil olduğu “fikir üreticileri” ile başlayan bu piramit, araştırmacılar ve yazarların da dahil olduğu “fikir pazarlayıcıları”ndan geçerek, şu anda “influencer” olarak adlandırılanlara kadar uzanıyor. Son gruptakiler yayma, seferber etme ve kışkırtmada maksimum düzeye ulaşmışlardır.
Bu “bilgi piramidinin” dünya çapında büyük bir çalkantıya sahne olduğunu belirtmekte fayda var ki, bu satırların yazarı da yıllar önce bunu “sistematik saçmalık” kavramıyla ifade etmeyi seçmişti. Zira bu piramit doğru mantığın aksi yönünde işlemeye başladı. Yeni “sosyal medya” ve modern araçları aracılığıyla ünlü bir “influencer”, geçmişin “fikir üreticileri” ve pazarlamacılarından daha önemli hale geldi. Filozof veya düşünürler ise listenin en sonunda yer alıyorlar. Sistematik saçmalık ile anlatmak istediğimizi açıklayan bu duruma bir de bu saçmalığın artık hem önemli mevkilerde bir başı, hem de sermayede bir başı olduğu gerçeği ekleniyor.
Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki İslami gruplara destek verdiğini, uluslararası dengelerin değişmesiyle bu grupların rejimi devirmeyi başardığını ve Suriye'nin yeni bir tarihi aşamaya girdiğini herkes biliyor. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, “Osmanlı Hilafeti” İslam ülkelerinin çoğundan, özellikle de Arap ülkelerinden, halkların ve büyük liderlerinin siyasi, ekonomik ve kültürel olarak gösterdiği zahmetli ve yoğun çabaların ardından çıkmıştır. Büyük Arap düşünürleri ve aktivistleri, onu ülkelerinden kovmaya çalışırken acılar çekmiş ve bunun için büyük fedakarlıklarda bulunmuşlardır. O dönemde hilafet, bu ülkeleri Avrupalı sömürgecilere miras bırakana kadar çıkmamaya çalıştı. Tıpkı yerine yalnızca köktendinci grupların geçeceğini garanti edene kadar ülkeden ayrılmayan Beşşar Esed gibi. Ondan önce de yerine sadece İran'a sadık Şii aşırılıkçıların geçeceğini garanti edene kadar yerinde kalan Saddam Hüseyin gibi. Yahut tıpkı Yemen'in ancak silahlı mezhepçi milislere teslim edilmesini sağladıktan sonra giden Ali Abdullah Salih gibi.
Başa dönecek olursak, Osmanlı Halifeliği'nin yıkılması sırasında ve sonrasında modern Arap devletleri başta İngiliz ve Fransız olmak üzere yeni bir sömürgeci etkiye göre şekillenmeye başladı. Her ne kadar bazı yazarlar fikirsel, dini ve sosyal olarak “sömürgeciliğe yatkınlık”tan bahsetmiş olsalar da ki bu doğrudur, ama benden sonra tufan ilkesine uygun olarak ülkeleri kendi halklarına değil, Batılı sömürgecilere teslim etmeye çalışanlardan bahsetmek daha doğrudur.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra modern Arap ülkeleri kendi aralarındaki kaygılar üzerine inşa edildi. Osmanlı Halifeliği’nin yıkılmasından sonra iki önemli eğilim ortaya çıktı; birincisi, Arap dünyasında bu halifeliği miras almak isteyen ülkelerdi. Şerif Hüseyin, Kral Fuad ve Yemen İmamı bu mirası talep edip bunun için birbirleri ile mücadele ettiler. Bu konuda fark yaratan kişi Abdulaziz'di ve Emin el-Reyhani’nin “Arapların Kralları” kitabı ile Şekip Arslan ve diğerlerinin yazılarında bu önemli aşamaya ilişkin dikkat çekici ayrıntılar yer alır.
İkinci eğilim ise örgütlü bir “grup”un “hilafet”i devralabileceği fikriydi. Afgani ve Abduh'un öncülük ettiği bu fikirden, daha sonra Müslüman Kardeşler doğdu. Fikir Fransa'da Afgani ve Abduh ile, Hindistan'da ise Mevdudi ile ortaya çıktı. Bundan doğan hareketler, Pakistan'ın bağımsızlığı ve başlangıcından itibaren cömert İngiliz desteğine sahip olan Mısır'daki Müslüman Kardeşler ile birlikte ulus-devletleri zayıflatmak için bu fikri miras aldılar.