Bu, tanınmış Suudi Arabistanlı düşünür Dr. Abdullah el-Gadami'nin anlattığı bir hikayedir. Almanya'da doğmuş, Alman vatandaşı olan, ama buna rağmen her zaman kendisine gerçek bir Alman olmadığını, Kuveytli kardeşlerimizin dediği gibi “bisri” yani aslen Alman olmadığını hatırlatanlarla yüzleşmek zorunda kalan Afgan kökenli bir gencin hikayesini anlatıyor. Bu durum onu çok rahatsız ediyormuş. Fakat bir gün İsviçre'ye gittiğinde, kafedeki garson ona “lanet olası Alman” diye hakaret etmiş. O an genç kendini ilk defa gerçek bir Alman gibi hissetmiş. Gadami bu hakaretin, aslı ile faslı, geçmişiyle bugünü arasında kaybolmuş genç adamın kimliğinin yaratıcısı olduğunu söylüyor.
Bu bana Erik Erikson'un kimliğe yönelik olumsuz kısıtlayıcılar üzerine yaptığı değerli çalışmayı hatırlattı. Erikson, Almanya'da nefret edilen bir Yahudi olarak muamele gördüğü için ABD'ye göç etti. Ancak oradaki Yahudiler de onunla ilişkileri kesitler, çünkü kendisi laik, karısı ise Hristiyandı. Erikson, kendi çektiği sıkıntılardan yola çıkarak psikolojide “kimlik krizi” etrafında dönen bir araştırma bağlamı geliştirdi. Bilhassa toplumsal çevrenin, bireyin doğal kimliğini (din, ırk, renk, cinsiyet) özellikle olumsuz yönde katılaştırmasında, yani bireyin çevresiyle ilişkilerinde bir fay hattına dönüştürmesinde oynadığı rol üzerinde durdu.
Bu konuyu, Fransız-Lübnanlı düşünür Amin Maalouf da değerli kitabı “Ölümcül Kimlikler”de ele almıştır. Bu kitabı okuyan meslektaşlarım, onun şu dokunaklı sözlerini mutlaka hatırlayacaktır: “Kendimizi çoğu zaman saldırıya en açık olan aidiyetimizde buluruz.” Maalouf, bireysel kimliğin, bir yanda hoş karşılanma, diğer yanda dışlanma arasındaki gerilim ortamında oluştuğunu söyler. Hoş karşılama, kişinin kimliğinin daha geniş bir kimlikle bütünleşmesine yardımcı olurken, dışlama kişinin kendi kimliğinin sınırlarını genişletir ve kamusal kimlikle uyumsuz görünmesine yol açar.
Peki, bugün bu hikayeyi bize hatırlatan şey nedir?
Kimlik meselesini tekrar gündeme getirmemizin sebebi, bugün Suriye'de ülkenin kimliğine ilişkin yaşanan tartışma ve dolayısıyla yeni siyasi sistemdeki dini ve etnik azınlıkların konumudur. Bir grubun ileri gelenlerinden birinin, önceki rejimde kazanımlara sahip olan ve yeni rejimden de aynı kazanımları talep eden azınlıklardan duyduğu rahatsızlığı dile getiren yorumunu okudum. Irak'takine benzer bir özerklik talep eden Kürt gruplara da özellikle değindi. Birçok kişi buna benzer şeyler söylüyor. Özellikle siyasal İslam hareketinin parçası olarak tanımlananların, geçen hafta da açıkladığım gibi, siyasal iktidardan sanki bir ganimetmiş gibi bahsettiklerini gözlemliyorum. Bunu açıkça söylemeseler de çoğunluğun yönetme hakkından, azınlığın ise boyun eğme ve itaat etme görevinden söz ediyorlar. Bu hakkın ve bu görevin, onların bahsettiği şekilde, hiçbir kanunda, hiçbir felsefede, hiçbir dinî veya siyasi bakış açısında bulunmadığını biliyoruz.
Farklı olanları dışlayan siyasi sistemlerin yanı sıra, farklı olanları hoş karşılayan siyasi sistemlerin açık örnekleri var.
Türkiye, 40 yılı aşkın süredir Kürt sorunu ile uğraşıyor. Bu durum, ülkeye on binlerce cana mal olan, onlarca köyün boşalmasıyla, sakinlerinin yerlerinden edilmesiyle sonuçlanan çatışmalara yol açtı, ancak hiçbir sonuç alınamadı. Ta ki devlet sorunu kabul edip, Kürt sorununu mevcut siyasal sistem içerisinde eritmeyi amaçlayan bir projeyi benimseyene kadar. Hal böyleyken Suriyeliler tekerleği yeniden mi icat etmek istiyorlar?
Kürtler, çatışmaya en hazırlıklı güç olmaları ve nispeten geniş bir alanı fiilen kontrol etmeleri nedeniyle acil bir sorun teşkil ediyorlar. Ama kimlik sorununa taktiksel değil sistematik yaklaşımın önemini vurgulamak istiyorum. Suriyeliler çok sayıdaki dinsel ve etnik azınlığı kapsamak zorunda kalacaklar, çünkü Suriye mevcut veya eski yöneticilerine değil, etnik kökenleri, dinleri veya mezhepleri ne olursa olsun tüm halkına aittir. Hükümet kendi ideolojisini veya siyasi yönelimini muhaliflerine dayatamaz. Çoğunluğun da (siyasal anlamda) azınlığa kendi görüşünü dayatması doğru değildir. Herkesi kapsayan bir siyasal söylemin kapsamlı bir ulusal kimlik oluşturacağını, içe kapalı ve dışlayıcı söylemlerinse gelecekteki çöküşlere kapı aralayacağını açıkça belirtmek gerekir.