Yaser Arafat'ın uzun süren ölüm sancıları sırasında ve hatta hastalığından önce bile, onun yerine geçecek aday otomatik olarak Mahmud Abbas'tı. Bu sadece hayatta kalan tarihi kurucu üyelerden biri olması, Fetih hareketinin örgütsel hiyerarşisinde kendisinden daha üst sırada bulunan Faruk Kaddumi’nin Arafat’ın halefi olmayı reddetmesi gibi nedenlerden değil, daha geçerli ve pratik bir nedenden kaynaklanıyordu. Oslo sürecini başlatan oydu ve bu sürecin babalarının tahminlerine göre, ondan başka hiç kimse bu süreci tamamlayamaz ya da en azından nihai çöküşten koruyamazdı.
Abbas’ın, Arafat'ın halefi olması konusunda, Filistinlilerin savaş ve barış dönemlerinde, Filistin durumuna egemen olan liderin ölümüyle oluşacak boşluktan duydukları korkudan kaynaklanan tipik bir fikir birliği bulunuyordu. Bunun bir diğer nedeni, Filistin ulusal yaşamında benzersiz bir etkiye sahip olan Fetih'in uzun süreli egemen rolüne alıştıktan sonra, diğer fraksiyonlardan bu yarışa katılmak isteyeceklerin fırsatlarının sınırlı olmasıydı. Bahsi geçen fikir birliği, Arafat yönetiminde çöküşün eşiğine gelen Oslo gemisine kaptanlık edebilecek en yetkin kişinin Abbas olduğu yönündeki bölgesel ve uluslararası mutabakatla da desteklendi.
Abbas dönemi, 2004'ten itibaren Arafat'ın Fetih, FKÖ ve Filistin Ulusal Otoritesi'ndeki tüm pozisyonlarını işgal etmesiyle başladı ve birkaç gün önce Ramallah'ta yapılan son toplantıya kadar devam etti.
Abbas'ın başkanlığı, bu uzun dönem boyunca ne liderine açıkça bağlı olan Fetih'in içinden ne de Fetih’e muhalefet etme güçlerinin sınırlı olduğunu bilen ve özellikle de Oslo Anlaşması sırasında anavatana dönen, “iktidar pastası”ndan pay alan FKÖ içindeki diğer fraksiyonlardan önemli bir muhalefetle karşılaşmadı.
Bazı Fetih liderleri ile Devlet Başkanı Abbas arasında görüş ayrılıkları yaşansa da görüş ayrılıklarının sonuçları kesinlikle Abbas lehine oluyordu. Nitekim kendisiyle aynı fikirde olmayanları sadece bulundukları pozisyonlardan değil, ülkeden de uzaklaştırdı. FKÖ’nün geri kalan fraksiyonlarına gelince, güvenlik koordinasyonuna karşı pozisyon gibi muhalif görünen pozisyonlar kaydetmekle yetindiler. Ancak bu muhalefet, Abbas’ın FKÖ liderliğini zayıflatmaktan ziyade, muhalefet konusunda “çaresiz” ve başkanın kararlarını etkilemede güçsüz görünen fraksiyonların konumunu zayıflattı.
Ancak onun liderliğinin sınırlarından daha geniş ve derin bir etki yaratan Fetih hareketinin düzenlediği ve denetlediği genel seçimlerde, Hamas hareketinin zaferinin yarattığı tsunamiydi. Bunu, Gazze'yi Batı Şeria'dan ayıran darbe izledi. Bu tehlikeli gelişmeden beri sadece Abbas'ın liderliği değil, tüm ülke tehlikede. Bu ayrılık, Filistin felaketleri tarihindeki ikinci ya da üçüncü Nekbe (büyük felaket) olabilir. Felaketler dizisi 1948'de başladı, bunu 1967, ardından 2007'deki Nekbe ile 2023’te başlayan ve günümüze kadar devam eden 2023'teki Nekbe izledi.
Uygulamada Abbas, Hamas darbesinden önceki gibi olmasa da tanınmış devlet başkanı olarak görevine devam etti. Kendisini iki kötü alternatifin arasında buldu; kendisini, otoritesini ve halkını mahveden İsrail ile bölünmeyi ve ona karşı isyanı ısrarla sürdüren Hamas. Daha da kötüsü, bu felaket gelişme, Abbas'ın kurucuları arasında yer aldığı siyasi çözüm umutlarının söndüğü bir dönemde gerçekleşti, büyüdü ve devam etti. Kader, Arafat'ın halefi olarak Filistinlilere liderlik etmesi için onu seçtiğinde, çözüm halısı ayaklarının altından çekildi. Esas olarak Oslo ile başlayan potansiyel çözüm üzerine kurulu olan genel Filistin durumu kötüleşti ve onunla birlikte tüm Filistin siyasi sistemi de kötüleşti.
Başkan Abbas'ın, 32. Merkez Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada gösterdiği ve tonu öncekilerden daha yoğun olan sertlik, duyduğu hayal kırıklığından kaynaklanıyor. Amerikalı himayedarın başlangıçta desteklediği barış projesinden vazgeçmesinden ve İsrail'in sürecin ortasından bugüne kadar bu projeyi kötüye kullanmasını ve cezalandırmasını görmezden gelmesinden duyduğu hayal kırıklığından, Hamas'ın politikalarının, kendisinin ne sebeplerinde ne gidişatında ne de sonuçlarında hiçbir rolü olmadığı konularda bile nasıl sonuçlar doğurduğunu hissetmesinden kaynaklanıyor.
Doksan yaşının eşiğinde olan Abbas, Oslo'yu kurtarmanın, inşasında temel rol oynadığı eski sürecine döndürmenin sadece zorlu değil, aynı zamanda imkânsız olduğunu; bunun nedenin de çözüm süreçlerini değiştiren gelişmeler olduğunu herkesten iyi biliyor.
Gündeme daha önce var olmayan, Gazze savaşı ve bunun Filistin felaketlerinin toplam etkisine eşit veya daha büyük olan etkileriyle başa çıkmak, Yüzyılın Anlaşması’nın yeniden canlandırılması konusundaki kaygılar gibi konular girdi. Kurucusu Trump'ın literatürü ile bu anlaşma daha kötü bir şekilde gelişti, kötülükte daha da ileriye gitti; Gazze halkını yerinden etmek ve İsrail sağının Yüzyılın Anlaşması’ndan çok daha kötü ajandası ile iş birliği yapmak.
Abbas, gerekli gördüklerini ve kendisinden istenenlerin bir kısmını siyasi sistemin reformu başlığı altında kolayca geçirtti. Ancak bundan çok daha zor olanı, bu alanda atacağı adımların Filistin durumunu tekrarlayan ikilemlerden kurtarmaya, Filistinlileri devlet kurma hayaline yaklaştıracak bir siyasi yola sokmaya yönelik olmasıdır.