Libya'nın başkenti Trablus'a gelen bir ziyaretçi, bir hafta sonra Trablus'un diğer Arap şehirlerinden çok da farklı bir şehir olmadığını, hatta en belirginleri ılıman ve yumuşak iklimi ve uçsuz bucaksız mavi denizi gibi bazı özellikleriyle diğerlerinden ayrıldığını düşünebilir.
Bilmeyenler için Trablus, son yıllarda normal olarak nitelendirilen (normal kelimesinin altını net bir şekilde çiziyoruz) bir hayat yaşıyor ve sakinliğini sadece gündüz saatlerinde sokaklarındaki yoğun trafik, ayrıca meydanlarda ve ana caddelerdeki yoğun silahlı güvenlik güçlerinin varlığı bozuyor. Bu iki durumsa, mevcut Arap şartlarına göre, gayet normal.
Özellikle meydan ve caddelerdeki silahlı ve görünür güvenlik güçlerinin varlığı, büyük ölçüde Şubat 2011'den bu yana şehre varlığını silah zoruyla dayatan silahlı grupların kontrolü altında. Yine de bu durum, ziyaretçiler açısından endişe veya korkuya sebep olmamalı. Hem de bu gruplar gerçekte kamu güvenliğine yönelik en büyük tehdidi oluşturdukları için, korku ve endişeye sebep olmamaları onların gerçekliğiyle bağdaşmasa bile.
Devletin kontrolü dışındaki silahlı grupların varlığı, Arap Baharı olarak bilinen yangınlardan etkilenen Arap şehirlerinde yaygınlaşan bir olgu ve bu şehirler, bu olgudan etkilenmeyen diğer şehirlere kıyasla güvensiz hale geldiler. Bir şeytanın elinde, kırılgan bir istikrarın eşiğinde, son derece değişken bir gerçeklikte yaşamaya başladılar.
İkinci haftada ziyaretçinin daha önceki izlenimi birden değişir, içindeki kaygı ve korku duygusu, güven duygusundan daha ağır basmaya başlar. Zira çok geçmeden şehrin, ilk haftada fark etmediği bir yüzü daha olduğunu keşfeder. Bu yüz ona endişeli, huzursuz bir ifadeyle görünür, içinde karışık duygular uyandırır ve bu duygular birleşince yüreğine korku yayılır. Şehrin bu korkutucu yüzü, gecenin bir vakti korkuyla silah seslerine uyandığında daha da belirginleşir ve bu her gece yaptığı bir şey haline gelir.
Trablus halkı gece vakti duyulan silah seslerine belki de o kadar alışmış ki, artık onları önemsemez hale gelmiş olabilir. Yani ertesi sabah insanlar evlerinden çıkıp, sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Ancak, yaşadıkları şehrin sokakları, mahalleleri, semtleri aniden, hiçbir uyarı olmaksızın, tankların, zırhlı araçların ve her türlü silahın aktığı savaş alanlarına dönüştüğünde bu duyarsızlıklarından vazgeçiyorlar. Geçtiğimiz hafta patlak veren son savaş, iki milyondan fazla insanı tartışılmaz bir gerçekle karşı karşıya bıraktı. O gerçek de, şehrin dört bir yanına çirkin bir döküntü gibi yayılan, kamu parasını yağmalamak ve nüfuz elde etmek için kendi aralarında savaşan, onları ve hayatlarını hiçbir şekilde umursamayan silahlı grupların elinde boşu boşuna öldürülmeye mahkum edilmiş rehinelerden başka bir şey olmadıklarıydı. Belki de bu yüzden artık korku duymaz oldular ve binlerce kişi hükümetin düşmesi, Başbakan ve ekibinin istifa etmesi, silahlı grupların şehirden çekilmesi talebiyle öfkeyle sokaklara döküldü. Halk hareketi olarak adlandırılan bu hareket, Şubat 2011 ayaklanmasını izleyen ilk yılları hatırlattı; o dönemde meydanlar hemen hemen her hafta her türden yürüyüş ve protestoya sahne olurdu. Ancak Müslüman Kardeşler ve ona bağlı silahlı, aşırı İslamcı gruplar ve örgütler tarafından organize edilip yürütülen 2014'teki meşhur “Libya Şafağı” savaşının akabinde bu gruplar şehirde üstünlüğü sağladıktan sonra silah zoruyla meydanlarda gösteriler yapılmasını yasakladılar.
Libya'nın başkenti Trablus'ta bugünlerde sokak ve meydanlarda yaşanan kitlesel halk hareketinin hedefi Trablus hükümetini devirmek. Şansı yaver giderse ve iyi bir yönetim ve organizasyonla bu hedefe ulaşabilir. Halk hareketi Trablus'un ötesinde diğer şehirlere de yayıldığı için, Başbakan'ı, danışmanlarını ve yardımcılarını, ayrıca silahlı grupların liderlerini telaşlandırdı. Liderler başlarına gelebilecek tatsız sürprizlerden kaçınmak için her şeyin olduğu gibi kalmasını tercih ediyorlar. Ulusal Birlik hükümetinin halk hareketinin baskısı altında düşme ihtimali de onları halkın öfkesinin değişmez hedefi haline getiriyor. Hükümet de onlara karşı bir medya kampanyası başlattı, terörist ve haydutça uygulamalarını ifşa etti ve bu grupların cezaevlerinde gerçekleşen ihlal ve vahşetin üzerindeki örtüyü kaldırdı.
Abdulhamid Dibeybe hükümetinin halk hareketi ile düşeceğine bahse girmek, ancak kaybetmeyi umursamayan bir kumarbazın alacağı bir risktir. Çünkü hareket ilk günkü gibi tümüyle kendiliğinden gelişen bir halk hareketi olarak kalmadı. Tıpkı 2011 yılında ayaklanmanın İslamcılar tarafından çalınması, 2014 yılında ise silah zoruyla rehin alınması gibi, son halk hareketi için de aynı süreç tekrarlandı. Halk hareketinin arkasında kimlerin olduğu bilinmiyor. Yüzeyde görünenlerin çoğu şehrin belli bir bölgesine ait olduğundan, hareket dar, bölgesel bir karakter kazanıyor ve dolayısıyla siyasi ivmesini kaybediyor.
Önümüzdeki günler olaylarla ve sürprizlerle dolu. Yeni bir sokak savaşına yol açmamasını umuyoruz, çünkü Başbakan iktidarda kalmaya çalışıyor ve elinde terazinin kefesinin kendi lehine ağır basmasını sağlayacak yeterli sayıda havuç ve sopa var.