Mustafa Fahs
TT

Devletten yana mısın yoksa Hizbullah’tan yana mı?

Güney Lübnan'da, evlerin enkazı ve kurbanların fotoğrafları arasında, katliamdan kurtulanların yüzleri daha da korkunç ve sertti; acı, baskı ve endişe belirtilerini gizleyemiyordu. Kimse bayramı kutlamadı, çocuklar bile; nehrin kuzeyinde ve güneyinde herkes bir bekleyiş içindeydi. Bekleyiş istasyonlarında, yenilgiden önce veya sonra, gerginlik tüm tezahürleriyle kendini gösterir ve nedenlerini farklı şekillerde ifade eder. Güneyde her şey sanki rüzgâr altından geçiyormuş gibi diken üstünde.

Bayramın ikinci günü kızım Nadia Nebatiye'deki akrabalarını ziyaret ettikten sonra eve döndü. Bana on bir yaşından büyük olmayan bir akrabasıyla konuştuklarını anlattı. Çocuk, kızıma “Devletten yana mısın yoksa Hizbullah’tan yana mı?” diye sormuş. Kızımın bana ayrıntılı olarak anlattıkları, kafamda, bir çocuğun devlet ile milisler arasındaki farkı nasıl anlayabildiği ve milisleri nasıl tercih edebildiği konusunda soru işaretleri oluşturdu. Bir çocuğun “Nevvaf Selam kötü adam, Nasrallah ise bizim için ölen bir kahraman” diye karşısındakini ikna etmeye çalıştığını açıklamak için doktorların, sosyologların ve eğitim bilimcilerin müdahalesi gerekiyor.

Çocukların konuşmalarını ‘çocuktan al haberi’ meselesi olarak ifşa edecek değilim. Ancak benim kızım Başbakan Nevvaf Selam'ın iyi bir insan olduğunu savunurken, diğer çocuk Nasrallah'ın büyük bir lider olduğunu söylemiş. Ancak mezhepçiliğin olduğu bir çağda, çocuklara hiçbir söz veya davranış atfedemeyiz. Onlar masumlar, ancak virüsü çevrelerinden taşıyabiliyorlar. Öte yandan aydınlatıcı fikirleri ve toplumsal cesareti nedeniyle Şeyh Yasir Avde'ye tanınmış kişiler tarafından yapılan saldırı, ideolojik grubun ulaştığı kargaşa seviyesini gösteriyor.

Saldırı örgütsel bir karar olmayabilir ve Hizbullah Şeyh Avde'den özür dilerken samimi olabilir. Ancak Hizbullah, saldırının yanı sıra çocuğun sözleri için de ideolojik, toplumsal ve ahlaki olarak tek başına sorumludur.

Yıllarca farklı olan her şeye karşı yapılan suçlamalar ve kışkırtmalar olmasaydı ve bu da popüler, siyasi ve ideolojik kültürde inancın düşman ve tehlike olarak görülmesine yol açmasaydı, güpegündüz, yoldan geçen herkesin gözü önünde bir din adamına saldırma cüretini göstermek mümkün olmazdı.

Aynı şekilde, güneyde Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü'ne (UNIFIL) yönelik saldırı da Hizbullah’ın her zaman iddia ettiği gibi sadece yerel halkın işi değil, daha ziyade kasıtlı bir eylem. Daha da kötüsü, Hizbullah içindeki güç merkezleri arasında meydan gelen bir çatışmanın sonucu olabilir.

Önemli olan soru şu: Hizbullah sosyolojik olarak ‘yerel halkı’ bu ve benzeri eylemlere itmekte nasıl başarılı oldu? Güney Lübnan ile dünya arasındaki ilişkinin imajını çarpıtma ve onları kanun ve geleneklerin dışında bir grup olarak sunma tuzağına düşme sürecine besleyici çevre nasıl karşılık veriyor? Hizbullah'ı eleştiren ya da ona karşı çıkan herkese karşı bu kadar saldırgan davranılması nasıl teşvik ediliyor?

Genel olarak Şii ortamını anlamak için destek savaşı katliamından önce ve sonra, yani otuz yılı aşkın bir süre boyunca hakimiyet, güç ve üstünlük söyleminin tezahürlerinin biriktiği iki farklı evre arasında Hizbullah'ın sosyal ve kültürel söylemini yapısöküme uğratma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Hizbullah, iktidarını yanılsamalar üzerine inşa ettiğini ve ezici yenilginin bir hafta içinde gerçekleştiğini, söylemi tarihsel mağduriyetlere ve varoluşsal korkuya geri döndürdüğünü, silahla ilişkilendirdiğini ve bunu doktrinin bir parçası olarak gördüğünü ve ister kendi içinden, ister devletten, ister uluslararası toplumdan olsun, kim karşı çıkarsa çıksın doktrini ihlal ettiğini nasıl fark edebilir?

İdeolojik grupların yükselişi ve düşüşü sırasında ve mezhepsel bileşen içindeki hakimiyetlerini sürdürme girişimleri arasında, en ufak bir revizyon olmaksızın aynı öldürücü retoriğe bağlı kalma ısrarı vardır. Dizginlenemeyen bir gerginlik dürtüsü ve tepkilerini ya da duygularını kontrol edemeyecekleri bir seviyeye ulaşma söz konusudur.

Hizbullah bir noktada Şii çevrelerde ulusal devlet kavramının altını oymayı ve aynı zamanda dar bir özel kimlik kavramını güçlendirmeyi başarmış olabilir. İktidarı tekeline almasını ‘mezhebi güçlendirme’ ve ‘inancı koruma’ bahanesiyle meşrulaştırmış ve bunları silahla ilişkilendirmiştir. Daha sonra bu silahı, zayıf ulusal devletin enkazı üzerine inşa ettiği güçlü bir ‘paralel devleti’ sürdürmek için gerekli bir araç haline getirdi. Bu onun gençlere ve yaşlılara anlattığı, zorla yeniden dayatmak istediği ve yıkmaya çalışanlara saldırdığı resmi anlatısıdır.