Tüm ideolojik sistemlerde hakim olan fikir, düşmanın devrimi yok etmeye hazır olduğu, kitlelerin ve liderliğin kesin bir çatışmaya hazırlanması gerektiğidir. Bu inançla Lenin, Karl Marx'ın düşüncelerinden saptı ve düşmanlar devrimi çevrelediği, kitleler hazır olmadığı için kitlelere demokratik ifade fırsatı vermedi. Ona göre bu sebeplerden ötürü zafer gerçekleşene kadar mutlak güç geçici olarak iktidar partisine devredilmeliydi. Benzer şekilde, İran devrimi son sözü söyleme hakkını Humeyni'ye verdi ve böylece tüm demokratik süreci onun şahsına indirgedi. Tıpkı kapitalizmin Sovyetler Birliği'nin baş düşmanı olması gibi, ABD ve İsrail de İslam Devrimi'nin baş düşmanlarıydı. Tıpkı Ruslar ile Amerikalıların diğer halkların topraklarında savaşmaları ve doğrudan çatışmaya girmemeleri gibi, İranlılar da ABD ve İsrail ile büyük bir çatışmadan kaçındılar. Herhangi bir çatışmanın felaket olacağına inanarak diğer halkların topraklarında savaştılar. Kruşçev ve Kennedy'nin Küba füze krizi sırasında geri adım atmalarının nedeni de buydu; felaket olacak nükleer bir savaştan kaçınmak.
Bugün İran ve İsrail benzer bir an yaşıyor. İsrail kırmızı çizgiyi geçti, İran nükleer tesislerine saldırdı, üst düzey askeri liderlerini ve nükleer bilim insanlarını öldürdü ve İran rejimini devirme niyetini açıkça deklare etti. Bilhassa bu sonuncusu İran'ın devrimci ivmesini aktifleştirmek, milliyetçi duyguları uyandırmak ve İsrail'e karşı dini kışkırtma için yeterli. Bunun karşısında savaşı varoluşsal bir savaş olarak gören İsrail'in milliyetçi ve dini ivmesi bulunuyor. Böylece iki taraf da farklı hazırlık ve kapasite dereceleriyle de olsa “tüm savaşların anası” olan bir savaşı yürütüyorlar. Savaştan önce İsrail eski Çin devlet başkanının yaklaşımını seçti: “Çok çalış, başarılarını sakla ve doğru fırsatı bekle.” İran ise Abdunnasır'ın yaklaşımını seçti: “Füzelerini sergile, uranyum zenginleştirme oranını yükselt, İsrail'i ortadan kaldırmakla tehdit et ve ABD'yi bölgeden kov.” İran ayrıca dini ideolojisini yayarak, komşu ülkelerde pusuya yatmış düşmanların ateşine karşı koruyucu bir kuşak görevi görecek kendisine bağlı milis gruplar oluşturarak “ileri savunma” teorisini geliştirdi. İran bölge halklarını kendisine karşı kışkırtmaya, başkentlerini işgal etmekle övünmeye, Irak ve Afganistan'da Büyük Şeytan (ABD) ile ve acımasız baskıcı rejimlerle anlaşmalar yapmaya çalışırken, İsrail onun hareketlerini izliyor, planlar çiziyor, hatalarından yararlanıyor ve doğru fırsatı bekliyordu.
Sonra 7 Ekim 2023 hadisesi geldi. İsrail planlarını çekmeceden çıkardı ve İran'ın kollarını birer birer kesmeye başladı. Böylece İran bölgedeki tüm yatırımlarını, özellikle Hizbullah ve Suriye rejimini kaybetti. Bu kayıplarla birlikte ateş kuşağını kaybetti, İsrail ile doğrudan karşı karşıya geldi. O da Tahran ve İran şehirlerinin kalbine ulaşmak, onları ateşe vermek ve yakıp yıkmak için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın son kararını bahane olarak kullandı. Buna İran, İsrail şehirlerini vuran füzeler ve insansız hava araçlarıyla karşılık verdi. Saddam Hüseyin dönemindeki şehir savaşlarını anımsatan bu savaş, üç ana faktör nedeniyle İsrail'in lehine olmaya devam ediyor; jeopolitik gerçeklik, ittifaklar ve güç dengesi.
İran Arap başkentlerini kaybettikten, milisleri yenildikten, İran etkisinin azalmasından ve acı sonuçlardan sonra, Filistin devletini kabul etmesi koşuluyla İsrail ile birlikte yaşamaya hazır bir Arap popülist hareketin ortaya çıkışının ardından jeopolitik gerçeklik değişti. İttifaklara gelince, Batı'nın bölgede İsrail'in kendi lehine vurucu bir güç olması için yanında durması, buna karşılık Rusya ve Çin’in neredeyse tarafsız kalmasıyla belirginleştiler. Daha da önemlisi, bölgenin tükenmiş ülkeleri çatışma istemiyor; tam aksine, bunun bölgesel ve uluslararası bir gerçeklik olduğu kanaatiyle bazıları İsrail ile ortaklıklar kurdular. Buna karşılık, İran ABD’ye düşman, Ukrayna ile savaşında Rusya'yı insansız hava araçlarıyla destekleyerek Avrupa'yı kızdırdı, nükleer zenginleştirme ve devrimci ideolojiyi ihraç etme konusundaki ısrarı sebebiyle müttefik kazanmadı, aksine sempatizan kaybetti. Güç dengesine gelince, teknik ve istihbarat açısından açık ve net ve İran'ın vekillerine karşı savaşta, bugün de İran’a yönelik önleyici saldırıda etkinliğini gördük. İran'ın sahip olduğu tek şey füzeler ve insansız hava araçları, İsrail'in uçakları ise aksine Tahran semalarında çalımla dolaşıp istediğini yapıyor.
Bu savaşta İran'ın kazanmaktan veya teslim olmaktan başka seçeneği yokken, İsrail'in kazanmaktan başka seçeneği yok, çünkü alternatif felakettir. Bu nedenle, karşılıklı gerilimi artırma hakimiyeti düşüncesi çatışmaya egemen olacak ve bunda galip gelecek olan, müttefikleri, teknolojik üstünlüğü ve stratejik sabrı olan taraftır. İran'ın sadece stratejik sabrı var ve teknolojik üstünlüğü ve müttefikleri yok. Bu yüzden ABD Başkanı Donald Trump'ın “İran, İran İmparatorluğu olarak bilinen şeyi kaybetmeden önce bize gelip bir anlaşma yapmalı” dediğini duyduk. Bu ifade iki gerçeği ima ediyor; birincisi, İsrail nihayetinde ölümcül bir silaha (nükleer silahlara) sahip, müttefiklerinin doğrudan müdahalesine veya ihtiyaç duyduğu şeyleri sağlayacağına güvenebilir. Diğer gerçek ise, İran liderliğinin İsrail'e yardım eden herkesi vurma tehdidinin, ABD ve Avrupa'yı kendisine karşı bir savaşa sürüklemek anlamına geldiği ve bunun da kayıplarını ikiye katlayıp belki de rejiminin çöküşünü hızlandıracağıdır.
Bu savaşta, İsrail büyük acılar çekecek çünkü seçimleri varoluşsal. İran ise Irak'la 8 yıllık savaşta olduğu gibi, anlık bir yenilgiyle karşı karşıya. Bedeller arttığında, İmam Humeyni'nin fetvasından ilham alabilir: “İslam Devrimi'ni düşmanlardan korumak için mecbur kalırsak zehir kadehini içeriz.”