Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

İran ve konum ile rol arasındaki ikilem

Arap ve Müslüman gözlemciler ve belki de Ruslar ve Çinliler, İran'a yönelik İsrail-ABD saldırılarından sonra İran'ın tutumu karşısında şaşkınlık içindeler. İran'ın zafer iddialarına rağmen ABD ile müzakere etmekte acele etmesi, aynı zamanda Rusya ve Çin'e elini daha da uzatması ve saldırganlık karşısında coşkulu bir destek gösteren Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri, Türkiye ve Pakistan ile yeni ve olumlu ilişkiler başlatması bekleniyordu. İran şu anda çok sakin görünüyor ve iç ve dış hareketleri, içinde bulunduğu tehlikeli durumla yüzleşmek için gerekenden çok daha yavaş. Kendisine karşı yürütülen savaşın nükleer silahlar olsun ya da olmasın devam edeceğini (haklı olarak) beklese bile, bu, korkunç şoktan sonraki günlerde içinde bulunduğu hareketsizlik halini haklı çıkarmaz.

İran çağlar boyunca konumu ve rolü arasında sıkışıp kaldı. İslam öncesi geniş imparatorluğun uzak ama canlı hatıralarına ilave olarak, İran platosunu birleştiren güçlü bir otorite ona hükmettiğinde bu devasa beden daralıyor ve kendini sıkışmış hissediyor. İskender, Romalılar, Bizanslılar ve Araplardan sonra yüzyıllar boyunca Osmanlılar, Ruslar, İngilizler ve hatta Afganlar da dahil olmak üzere büyük imparatorluklar çevresine hâkim oldu. Ancak Safevilerin 16. yüzyılın başlarında devasa İran platosunu yeniden birleştirmesinden bu yana, Hürmüz Boğazı'nı çevreleyen geniş toprakları ve ötesini de eklersek, bu birleşim üç veya dört tarafına genişleme hırsını ifade ediyor. 16. yüzyıl ve sonrasında İran üç bütünlük elde etti: Coğrafya, Fars etnik kökeni ve Şiilik. Bu nedenle, 18. yüzyıldan beri Alman ve İngiliz teorisyenler kristalleşen bir İran milliyetçiliğinden söz ediyorlardı.

1960'lar ve 1970'lerde, Soğuk Savaş'a rağmen ya da Soğuk Savaş nedeniyle, Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin çevreye yönelik hareketleri ve politikaları, Soğuk Savaş'ın süper gücü ve İran'ın müttefiki olan ABD'nin Türkiye'yi ve ardından İsrail'i tercih etmesine neden oldu. Bunun İran'ın bağımsızlık çabasından kaynaklandığı söyleniyor. Bu arada Türkiye, Birleşik Krallık'ın liderlik ettiği ve İran ile Türkiye'nin de dahil olduğu CENTO ittifakının başarısız olmasının ardından NATO'ya girdi ve Sovyetler Birliği'ne karşı durdu.

1979 yılında İran'da gerçekleşen İslam Devrimi, İran'ın hırslarına baskın bir ideolojik boyut kattı: ‘Siyasi Şiilik. Bu boyut, 1970'lerde İslam öncesi efsanevi emperyal milliyetçi boyutu (İran İmparatorluğu'nun kuruluşundan bu yana geçen 2 bin 500 yıl) kutlayan Şah döneminde etkili bir rol oynamamıştı. İran'ın 1980 devrim anayasası, devrimin mazlumların lehine ve ABD emperyalizmine karşı ihraç edilmesini öngörüyordu. Kırk yıl boyunca abartılı bir şekilde (ama yanlış değil) Saddam Hüseyin 1980'de İran'a karşı büyük savaşını başlattığında biz Araplara kötülük ettiğini, çünkü bu büyük devrimci enerjiyi İran'ın batısındaki Arap vilayetlerine yönelttiğini yazdım. O zamanlar takdir etmediğim şey, ABD tarafından yönetilen ve halen devam eden ‘uluslar oyununun’ derinliği ve Cemal Abdunnasır'ın yerine Arap milliyetçiliği adına karizmatik lider olan Saddam Hüseyin'in de Irak'ın konumu ve rolü arasında sıkışmış olduğuydu!

Karizmatik bir lidere sahip devrimci İran da her yöne hareket etti, coğrafyasının batı tarafını en kolay ve en nüfuz edilebilir buldu. Suriye, Lübnan ve Yemen'e nüfuz etmeye başladı... Her zaman iki ideolojiyi ya da stratejik ve mezhepsel hırsları birbirine bağlayan İran, din adamları tarafından yönetiliyor.

İran 1981 yılından itibaren Kudüs Günü’nü kutlamaya başladı. Biz Araplar, İran'ın Filistin bayrağını göndere çekmesinin gerçek olmadığı, aksine Mısır'ın 1979'da İsrail ile barışı kabul etmesinin de gösterdiği gibi Arapların Filistin'e olan ilgisini küçümsemek için olduğu yanılsamasına kapıldık. Bir kez daha, İran'ın devrimci politikalarındaki sadece stratejik değil, stratejik ve mezhepsel ikiliğin de farkına varılmalı. Amerikalılar ve Avrupalılar üçüncü ya da dördüncü kez, 2003-2004 yıllarında İran'ın stratejik hırsının bir parçası olarak nükleer silah üretmek için tam bir programa sahip olduğunu fark ettiler ve İran'ın nükleer dosyasını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndan (UAEA) Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ne devrettiler!

İran'ın konum ile arzulanan rol arasında sıkışıp kalma zihniyetinden kurtulmak için ABD ile müzakereler ve KİK ülkeleri, Türkiye ve Pakistan ile iş birliği ve entegrasyon (rekabet değil) dahil olmak üzere politikalarında radikal bir değişikliğe ihtiyacı var. Acaba Tahran, İsrailliler ve Amerikalılar artık İran'a karşı saldırgan stratejiden başka bir şeye sahip olmadıklarından bunu yapacak esnekliğe ve cesarete sahip mi?!