Suriye'nin Suveyda kentindeki olaylar, İsrail'in açıkça müdahalesi nedeniyle bölgesel sahneyi neredeyse altüst ediyor. Esed rejiminin barış girişimlerini engelleme, komşularının işlerine karışma ve halkına baskı yapma konusundaki uzun geçmişine rağmen, Suriye-İsrail sınırı, İsrail'in İran hedeflerine yönelik saldırıları dışında 54 yıldan uzun bir süredir sakinliğini koruyor. Peki Donald Trump yönetiminin desteğine rağmen, Binyamin Netanyahu'yu bugün Ahmed eş-Şara yönetimine karşı çıkmaya iten şey nedir? Netanyahu, Aksa Tufanı’ndan İran'ın nükleer tesislerine yönelik askeri saldırıya kadar elde edilen ve bölgedeki güç dengelerinde bir değişime, Maşrık (Levant) bölgesinde İran varlığının zayıflamasına yol açan, bizzat Tel Aviv'in “stratejik başarılar” olarak tanımladığı kazanımları neden baltalıyor gibi görünüyor? İronik olan şu ki, İsrail'in bu askeri üstünlüğü hiçbir cephede siyasi üstünlüğe dönüşmedi; Husiler, Hamas, Hizbullah ve hatta İran'la bile. Bugün Suriye cephesinde de aynı saçma denklem tekrarlanacak gibi görünüyor. Geçen haftaki yazımızda, Trump'ın ikinci döneminde Washington ile Tel Aviv arasındaki ilişkinin “uzlaşısız bir ittifak”a dönüştüğünü belirtmiştik.
Bu çelişki bugün Suriye sahnesinde, özellikle de iki taraf arasında stratejik bir uçurumun ortaya çıktığı Suveyda'da açıkça görülüyor. Öyle ki, Netanyahu başarılı bir Körfez turunun ardından Trump'ın bölgesel projesine karşı çıkıyor ve bölgedeki hedeflerini engelliyor gibi görünüyor. Washington, zorluklara ve aksiliklere rağmen Şara yönetimini, Suriye'de kendi çıkarlarına ve müttefiklerinin çıkarlarına hizmet edecek biçimde dengeyi yeniden sağlamak, İran nüfuzunun azalmasıyla oluşan boşluğu doldurmak için bir fırsat olarak görüyor. Bu nedenle, “kontrol edilebilir” bir istikrar tasavvuru çerçevesinde, Şara yönetimine önemli bir siyasi meşruiyet kazandırdı.
Buna karşılık Netanyahu, zayıf da olsa, Şam'daki herhangi bir merkezi otoritenin, Suriye'yi mezhepsel çizgiler doğrultusunda parçalama projesini engelleyeceğine inanıyor. İç krizlerini dışarıya ihraç etmek ve aşırı sağın söylemini besleyen güce dayalı güvenlik söylemini desteklemek için kullanılabilecek kalıcı bir istikrarsızlığı tercih ediyor. İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in Şara'yı devirme çağrısında bulunan açıklamaları, İsrail'in istikrar yerine kaosu amaçlayan eğilimini yansıtıyor. Bu da ülkeyi şiddet döngüsüne geri dönmekle ve ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın deyimiyle Maşrık genelinde bölünme korkularını büyütmekle tehdit ediyor. Netanyahu hükümeti, Suveyda'daki olayları istismar ederek “koruma” söyleminden “parçalama” ajandasına geçiş yaptı. Bu olaylar İsrail'deki Dürziler arasında da büyük yankı buldu ve Suveyda'dan Şeyh Hikmet el-Hicri ile İsrail içinden Şeyh Muvaffak Tarif gibi önde gelen isimlerin topluluk için uluslararası koruma talep etmesine yol açtı.
Bu yüksek gerilim, Azerbaycan’da Şara hükümeti heyeti ile İsrail heyeti arasındaki müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından yaşandı. İsrail'in amacı, Golan Tepeleri'nden Suveyda'ya kadar uzanan, Hermon Dağı'ndan geçen ve Lübnan sınırına ulaşan bir güvenlik bölgesi oluşturmaktı. Plan, Şam'daki merkezi hükümet zayıf ve dışlanmış bir şekilde kalırken, güvenliğin Dürziler tarafından üstlenildiği silahsızlandırılmış bir tampon bölge oluşturulmasını öngörüyordu. Bu yaklaşım, 1974 tarihli Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması'nın yenilenmesi gibi gerçekten uygulanabilir güvenlik anlaşmaları üretecek mi? Yoksa, bölgesel veya yerel olsun, herhangi bir çözümle ilgilenmeyen tarafların istismar edeceği bir kaosun önünü mü açacak? Netanyahu gerçekten ne istiyor? İç krizlerini yeni bölgesel çatışmaları kışkırtarak dışarıya ihraç etmeye mi çalışıyor? Yoksa bu yaklaşım, yalnızca güç mantığından ve geçici çözümlerden anlayan aşırı sağın siyasi-dini ideolojisinin özünü mü ifade ediyor?
Şara hükümetinin henüz emekleme aşamasında olduğu doğru, ancak kamuoyunun güvenini sarsma, geçiş adaleti sürecini engelleme, Haseke ve Kamışlı gibi bölgelerde federalizm ve hatta tam bağımsızlık önerilerinin yükselişiyle ayrılıkçı eğilimlere kapı açma tehdidi oluşturan boşluklar mevcut. Burada soru şu: Trump, özellikle Körfez ve İran dosyasındaki kazanımlarından sonra, Netanyahu'nun coşkusunu frenleme, Suriye ve bölgedeki Amerikan vizyonunu baltalamasını engelleme kudretine ve iradesine sahip mi? Yoksa Netanyahu, en güçlü ve sağlam sayılan ittifakı içinde bile sorun çıkaran taraf olmaya devam mı edecek?