İngiltere’de “Bir kırlangıcın geçmesi yazın geldiği anlamına gelmez!” diye bir atasözü vardır. Bu atasözü, kuşların yıllık göçüne ve ayrıca günlük yaşamda her zaman ve mekanda geçerli olmayan istisnai durumların varlığına gönderme yapar.
ABD'nin en büyük şehri ve ekonomik başkenti olan New York'un belediye başkanlığı seçimlerinde genç ve sol görüşlü bir Müslüman adayın zaferi de bu istisnai durumlardan biri!
Amerikalılar, kendisini Müslüman ve sosyalist olarak tanımlamaktan çekinmeyen Zohran Mamdani gibi genç bir adamı her gün seçmiyor. Kendisinin Hint kökenli ve Afrika’da (Uganda) doğmuş biri olduğundan, dünyanın en büyük ikinci Yahudi topluluğuna ev sahipliği yapan bir şehirde ve üstelik Yahudi oylarının neredeyse üçte birini alarak seçildiğinden ise bahsetmiyoruz bile.
Şüphesiz böyle bir olay sıradan değil ve bu nedenle hafife alınmamalı.
Nitekim tepkiler hızlı ve çeşitliydi; bazıları olumsuzdu ve ABD'nin “kaybolması” ve Alabama'dan sağcı, muhafazakâr Cumhuriyetçi Senatör Tom Tuberville'in de korktuğu gibi, New York'un sadece dört yıl içinde Müslüman bir “işgale” kurban gitmesiyle ilgili “derin endişelerini” dile getiriyorlardı. İngiliz dergisi The Economist gibi diğerleri ise daha “rahatlatıcıydı”; Mamdani ve siyasi ideolojisine muhalif bir konumda olsa da, New York ve şehrinin kendine özgü karakterine değiniyor, bu nedenle buradaki bulguların ABD'nin diğer bölgeleri için geçerli olmadığını savunuyordu.
Benim mütevazı fikrime göre, The Economist, New York'un “özgünlüğüne” işarette bulunmakta haklı, ancak sonuçların sunumunu ve analizini yaparkenki “ruhuna”, aşırı muhafazakâr politikalara bir tepki olsa bile, herhangi bir Batı ülkesinde solun herhangi bir seçim kazanımına karşı bir duyarlılıktan kaynaklanan bir tür temenni ve arzu karışıyor.
Gerçek şu ki, birçok büyük Avrupalı ve Amerikalı gazete ve dergi, mücadele iki açık ve kesin seçenek, yani sol ve sağ arasında olduğunda bir tavır almaya “zorlanmaktan” rahatsızlık duyuyor.
Şu anda, Atlantik'in her iki yakasında da aşırı sağın yükselişiyle birlikte, The Economist gibi en “saygın” medya kuruluşları bile, nesnel nedenlerle, radikal sol bir seçenek olarak gördükleri akımı destekleyemedikleri için ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ancak aynı zamanda, demokratik geleneklere ve kamusal özgürlüklere saygı duydukları için, faşist ve ırkçı sağcı güçler tehdidinden de korkuyorlar.
Yaklaşık 8,5 milyonluk nüfusuna rağmen New York, 340 milyondan fazla nüfusu olan ABD'nin tamamını temsil etmiyor. Ayrıca, Amerikan toplumunun eyaletler, şehirler, dini ve mezhepsel gruplar ve etnik gruplar gibi çeşitli bileşenleri arasında muazzam eşitsizlikler bulunuyor. Ekonomik zenginlik, finansal kaynaklar, kalkınma seviyeleri, eğitim, kültür vb. alanlardaki büyük eşitsizliklerden ise bahsetmeye bile gerek yok.
Son haftalarda eyaletler arasındaki büyük eşitsizliklerin ve bunların siyasi tercihler üzerindeki etkilerinin istatistiksel bir özetini sunan X'teki bir paylaşım dikkatimi çekti. Paylaşımın sahibi, elli ABD eyaleti arasındaki en geniş ve en derin siyasi ve kalkınma farklılıklarının başlıca örnekleri olarak iki eyaleti seçmişti.
İlk eyalet, 2024 başkanlık ve yasama seçimlerinde tüm seçim bölgelerinde Başkan Donald Trump ve Cumhuriyetçi adaylara oy veren Oklahoma. İkinci eyalet ise tüm seçim bölgelerinde Demokrat adaylara oy veren Massachusetts.
ABD'nin iç kesimlerinin kalbinde, muhafazakâr “İncil Kuşağı”nın geçtiği yerde bulunan Oklahoma, en önemli petrol üreticisi ve yerli Amerikan kabileleri (Kızılderililer) için bir koruma alanı olarak kurulmuş olması nedeniyle Birliğe en geç katılan eyaletlerden biri.
Ülkenin en kuzeydoğusundaki Massachusetts ise Amerikan ulusunun temelini oluşturan en eski bölgelerden biri. Başkenti Boston, ülkenin en eski büyük şehri ve eğitim, kültür, okullar, üniversiteler inşa eden, bankalar ve şirketler kuran köklü aristokrat ailelerin kalesi.
Ancak tarihi bir kenara bırakıp, siyasi analistlerin inceledikleri gibi bağlılıkları ve politikaları belirleyen faktörlere bakalım ve insani, ekonomik kalkınma istatistiklerine göre oy verme eğilimlerinin arka planını inceleyelim.
Oklahoma şu anda eğitimde 44’üncü (50 eyalet arasında), sağlık hizmetlerinde 49’uncu, yaşam kalitesinde 44’üncü ve akademik başarıda 50’inci (sonuncu) sırada ve ülkenin en fakir on eyaleti arasında yer alıyor!
Buna karşılık, Massachusetts eğitimde birinci, sağlık hizmetlerinde ikinci, yaşam kalitesinde birinci ve akademik başarıda birinci sırada ve en az fakir on eyalet arasında yer alıyor. Bu istatistik iki gerçeği ortaya koyuyor; birincisi, tek bir “ABD” değil, birçok “ABD” var. İkinci olarak, Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler artık ABD'nin gerçekliği ve geleceği hakkındaki görüşlerinde belirgin bir siyasi ayrışmayı temsil ediyor.
Geçmişte Cumhuriyetçi Parti, kentsel seçkinlerin ve güçlü “merkezi devlet”in platformuydu; New York ve Boston gibi şehirler en önemli siyasi kaleleri arasındaydı. Bu arada Demokrat Parti, kırsal alanların, büyük çiftçilerin ve “eyalet hakları” savunucularının sesiydi. Ancak bugün, iki büyük partinin kimlikleri belirginleşti. İlki, dindar muhafazakârların, sosyal ve ekonomik sağcıların ve liberteryen oligarşinin kalesi haline gelirken, ikincisi liberaller, ılımlılar ve sosyalistlerden oluşan geniş bir yelpazeyi kapsayan geniş bir şemsiye haline geldi.
Bu nedenle, ABD'nin “kimliği” konusundaki mücadelenin artık sonuçtan çok uzak yeni bir aşamaya girdiğini savunuyorum.
Burada, Barack Obama'nın 2008 başkanlık seçimlerindeki zaferinin, birçok kişiye ABD'nin ırksal, dinsel ve kültürel açıdan yeni bir açıklığa kavuştuğu izlenimini verdiğini hatırlıyorum. Ne var ki Steve Bannon gibi isimlerin Donald Trump'ın 2016 seçim kampanyası için formüle ettiği sloganların ağırlığı altında bu izlenimin yanlış olduğu ispatlandı.
Bu nedenle, özellikle sağcı “oligarşik ittifak” ve onların “algoritmaları” göz önüne alındığında, Mamdani'nin New York'taki zaferinin etkileri hakkında bir yargıya varmadan önce bekleyip gözlemlemenin akıllıca olduğuna inanıyorum!