Hazım Sağıye
TT

Gazze'deki soykırım ve Holokost üzerine mücadele

Son zamanlarda, Netanyahu hükümetine muhalif İsrailliler ve Yahudiler, Gazze'den gelen görüntülerin bazı yönleriyle Yahudilerin maruz kaldığı Holokost’a benzediğine dikkat çekmeye başladılar. Hem silahlarla hem de aç bırakılarak ayrım gözetmeksizin cezalandırılan, öldürülen kitleler, insani doğasını yitirmiş ve toprak, arzu veya tercihlerle tüm bağları koparılmış nesneler gibi bir bölgeden diğerine itiliyorlar. Çocuklar iskelete dönüştüler. Mekanlar dümdüz edilip inşa edilmeden önceki hallerine döndürüldüler. Çevre kirletildi veya zehirlendi ve yaşam için uygunluğu sorgulanır hale geldi. Tüm bunlar ve daha fazlası, Holokost’un başını çektiği kıyametvari felaket biçimlerine dayanıyor.

Dahası, Holokost'un dehşetinin tetiklediği ve motive ettiği “bir daha asla” çığlığı, Holokost kurbanlarının bazı torunlarının da suç ortağı olduğu Gazze'deki soykırım ve birçok ülkede gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye devam eden diğer soykırımlarla birlikte, son kullanma tarihinin dolduğunu ve inandırıcılıktan yoksun olduğunu ortaya koydu. Bu, insanlığımızın başardığı veya başarmış gibi göründüğü birçok şeyin, ivmesi ve coşkusu azalsa da gündeminde kaldığı anlamına geliyor. 1940'lardaki Holokost'ta olduğu gibi, nüfuz sahibi dünya olan bitene göz yumuyor veya görmezden geliyor, çünkü olan biten çok uzakta, “orada” gerçekleşiyor. Tıpkı Avrupalı Yahudilerin Yahudi olmalarından başka hiçbir sebep olmaksızın yakılmaları gibi, İsrail'in görünürde meşru müdafaa amaçlı başlattığı savaşın hedeflerini tüketmesinin ardından, Gazze halkı da öldürülmek ve aç bırakılmak uğruna öldürülüyor ve aç bırakılıyor. Askeri liderler de dahil olmak üzere birçok İsrailli artık bunu söylüyor veya devam eden trajediyi “Netanyahu'nun savaşı” olarak tanımlıyor.

Gazze'de yaşananlar bir Holokost değil, ancak görmeyenleri yalanlayan menfur bir Holokost  unsuru içeriyor. Bu nedenle, Gazze’den gelen görüntüler ve Holokost’un görüntüleri ile bağlantısı, görüntülerde saklı anlamlar ve bunların içerdiği insani ve evrensel boyutlar üzerine verilen bir mücadeledir. Siyasi olarak ve ahlaki olarak verilmesi gereken bir mücadeledir.

Bu, kazanılmasının kolay olacağı anlamına gelmez, ancak özellikle de Batılı genç çevrelerde, Filistinlilerin ısrarlı ve uzun vadeli, bir süre sonra bile olsa, siyasette ve parlamentolarda gerçeğe dönüşerek ifade bulmasına bahis oynayan çabalarıyla birleştirilirse, kazanma olasılığı dışlanamaz.

Böylesine karmaşık ve girift bir projede, Holokost meselesi önemli bir yer tutuyor ve her iki taraf ile de doğrudan bağlantılı bir şey söz konusu. Netanyahu, Menahem Begin ve kendi babası tarihçi Benzion Netanyahu'nun da aralarında bulunduğu Siyonist bir geleneğe mensup. Bu gelenek, Holokost'u aşırı istismar ederek, onu eleştirmenler için bir korkutma aracı, politikacılar için bir şantaj aracı ve Yahudileri dün, bugün ve yarın diğerlerinden ayıran bir demir duvar olarak kullanır. Bu geleneğe göre, Holokost'un benzersizliği, Yahudi olmayanlara ihraç edilmesine izin vermeyip, tamamen Yahudi tekelinde olmasına olanak tanır.

Netanyahu ve siyasi sömürünün ötesinde, Washington'daki Holokost Anıt Müzesi'nde Yahudi olmayan kurbanların temsil edilmesini reddeden İsrailli tarihçiler tarafından dile getirilen entelektüel bir duruş da vardır. Bunu reddetmektedirler çünkü bu tür bir eylem öldürülen Yahudilerin kaderinin benzersizliğinin ve eşsizliğinin aleyhinedir. Nazilerin Yahudilere karşı işlediği suçları “insanlığa karşı evrensel suçlar” olarak sunmayı reddedenler de var; çünkü bu, “soyut” olanın “özgül” olana, “evrensellik” fikrinin de “Yahudi” gerçekliğine baskın gelmesi demektir. Oysa Holokost'ta hayatını kaybedenler, sırf Yahudi oldukları için hayatlarını kaybetmişlerdir.

Bu argümanlar, İsrail'in Arap ve Arap olmayan birçok düşmanının bu deneyimi ithal etmeyi ve içselleştirmeyi reddettiği, hatta gerçekleştiğini bile kabul etmediği gerekçesiyle sıklıkla desteklendi.

Bugün, Netanyahu ve ortaklarının Holokost'u sahiplenmeye devam etmesini engellemek ve Gazze'deki soykırım ve diğer soykırımlarla Holokost arasındaki bağlantıyı ortaya koymak çok önemli ve hayati hale geldi.

Bu basit ve kolay bir mücadele değil, sonuçları da garantili değil, ama verilmeye değer bir mücadele. Engeller çok ve bunlardan biri de Yahudilerin İsrail'in Holokost'un tek temsilcisi olmadığını, ortaya çıkan insanlık trajedisinde Filistinlilerin ön saflarda yer aldığı başka ortaklarının da var olduğunu kabul etmeleridir.

Ancak diğer yandan Filistinliler ve bir ölçüde Arapların da karşı karşıya olduğu bir meydan okuma var ve bu meydan okumaya verilecek yanıt, bu mücadeleyi yürütme koşullarını iyileştirebilir.

Bu bağlamda, soykırım niyeti ve amacı şüphe götürmez olan uğursuz 7 Ekim operasyonuna yönelik kınamalar geliştirmek gerekiyor. Ardından, o günü eleştirmek ve kınamak, 7 Ekim güçleri ve uzantıları tarafından taşınan ve taşınmaya devam eden antisemitik ve soykırımcı fikirleri reddetmek gerekiyor. Zira Husilerin temel sloganı olan “Yahudilere lanet olsun”, Gazze'yi savundukları iddialarına yönelik övgüleri zerre kadar azaltmadı.

Elbette, fiilen sona ermiş bir savaşın sayfasını kapatmak büyük önem taşıyor; zira tıpkı Netanyahu kendi savaşını yürüttüğü gibi, Hamas da Gazze’de artık kendi savaşını yürütüyor. Bu sayfayı çevirmek için gösterilen her acele, şiddete kapılmak veya onu yüceltmek yerine, şiddetten kurtulmanın yanı sıra, Gazzelileri korkusuzca öldürmeye ve aç bırakmaya devam eden İsrail soykırım makinesini bozmak kaygısı yönetiminde yeni bir sayfa açmak için gösterilen bir aceledir.