Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu 22 Eylül'de New York'ta başlayacak. Bu yılki oturum dünya tarafından özellikle merakla bekleniyor, çünkü BM'nin, bilhassa İngiltere, Fransa, Avustralya ve Kanada'nın Filistin devletini resmen tanıma planları ışığında, bağımsız Filistin devletini tanıyan yeni ve yaratıcı bir uluslararası gerçeklik oluşturmayı amaçlayan bir Suudi Arabistan-Fransa toplantısına ev sahipliği yapması bekleniyor.
Ancak Washington, geçen ağustos ayı sonunda Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas ve yaklaşık 80 Filistin heyeti üyesinin ABD'ye girişini yasaklayan bir karar ile herkesten önce davrandı.
Yasak kararı, Filistin Ulusal Otoritesi'nin 7 Ekim 2023 saldırısını ve sözde terörizmi kışkırtmayı kınamadığı suçlamasına dayanıyor.
Bu gerekçe aslında uydurma, çünkü Ebu Mazen, söz konusu saldırıyı birkaç hafta önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron'a gönderdiği resmi bir mektupta kınamıştı.
Washington'un, örneğin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Gazze'de insanlığa karşı işlediği suçlardan yargılanması gibi, bilhassa uluslararası arenada İsrail'e karşı yürütüldüğünü varsaydığı yasal bir savaşın gölgesinde, Filistin Ulusal Otoritesi’ne artık pek de sıcak bakmadığı bir sır değil.
Washington'un, üye devlet temsilcilerinin ünlü Cam Ev'e erişimini engelleme hakkı var mı?
BM Genel Merkez Anlaşması'nın 11. Maddesi'ne göre, ABD, BM tarafından davet edilen herhangi birinin ünlü cam binaya erişimini kısıtlamaktan men edilmiştir.
Anlaşmanın kendisi, 1947'de Kongre tarafından imzalanıp onaylanan uluslararası bir antlaşma olduğu için ABD için yasal olarak bağlayıcıdır. ABD Anayasası uyarınca, Senato tarafından onaylanan antlaşmalar federal ve eyalet yetkilileri için bağlayıcıdır.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın kararı, Abbas'ı Genel Kurul'daki konuşması sırasında Filistin devleti için bir “Bağımsızlık Bildirgesi” yayınlamaktan caydırma girişimi miydi?
Bir sonraki Genel Kurul arifesinde, manzara şöyle görünüyor; Filistinlilerin neredeyse seksen yıldır devam eden acılarına ve maruz kaldıkları soykırım suçlarına son verilmesi çağrısında bulunan dünyanın neredeyse geri kalanının tamamının karşısında tek bir Amerikan-İsrail cephesi.
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar, mevkidaşı Marco Rubio'yu Filistinlileri cezalandırmak için çalışmaya ikna etmeyi başardı ki tam anlamıyla sağcı olan Rubio buna zaten hazırdı. Bu da Filistin heyetine verilen vizelerin iptal edilmesine neden oldu.
Washington, Genel Merkez Anlaşması'nı ihlal mi ediyor?
Kesinlikle ihlal ediyor, bu da Ronald Reagan yönetiminin, Cenevre'de başka bir fırsat elde etmeden önce Yaser Arafat'ın ABD’ye girişini reddettiği 1988'deki hadiseyi hatırlatıyor.
Ancak, bunun tekrar olup olmayacağına bakılmaksızın, sormamız gereken soru şudur: Genel Merkez Anlaşması'na aykırı olarak tek bir devlet tarafından manipüle edilen bir uluslararası oluşumun geleceği ne olabilir?
Amerikan kararı, şüphesiz uluslararası diplomasinin zayıflamasını ve sözde çok taraflı bir örgütün şemsiyesi altında tek taraflı hegemonyanın pekişmesini temsil ediyor.
Buradan yola çıkarak şu açıkça ifade edilebilir, BM artık tüm halklar için değil, ister askeri ister maddi olsun, güç ve kudreti elinde tutanlar için bir platformdur. Bu durum, çeşitlilik ilkelerini zayıflatıyor, uluslararası hukukun temellerini yerle bir ediyor ve hatta diyalog umudunu bile ortadan kaldırıyor.
BM Genel Sekreteri António Guterres, büyük bir sükunet ve temkinle, Butros Butros-Gali ve Kofi Annan ile başlayan ve ardından Ban Ki-moon'un takip ettiği reform yolunda çabaladı ve çabalamaya devam ediyor.
İyi niyetli ve samimi bir bağımsız Filistin devleti savunucusu olan Guterres'in gözünde dünya, “ortak yarar” doğrultusunda birbirine bağlı ve kapsamlı çerçeveler içinde kolektif çözümler gerektiren muazzam zorluklarla karşı karşıyadır.
Bu durum şu soruyu akla getiriyor; geçen yıl aynı Genel Kurul oturumlarında tartışılan Gelecek Paktı ve Dijital Pakt taslağının, emperyalist üstünlükçülük küçümseyici anlamı ve yapısıyla varlığını sürdürdüğü sürece ne anlamı var?
Genel Kurul kürsüsünden dile getirilen tüm ütopik fikirlerin, uluslararası alanda yeni bir duyuruya kadar, egemen Amerikan eliti ünlü Yunan sofist Thrasymakhos'un “Hak değil, güç galip gelir” sözüne inandığı sürece işe yaramaz kalacakları kesin.
Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau'nun eşitlik ve adalet yolunda püriten bir yönetimle dünyayı birleştiren büyük bir küresel ev hayali, Francis Fukuyama'nın “ABD Kavşakta” adlı kitabında belirttiği gibi, farklı bir uluslararası kurum ve belki de birkaç küçük, daha etkili kurum gerektiriyor.
Belki de yakın zamanda gerçekleşen Şanghay Zirvesi, farklı bir dünyanın mevcut olduğunu ve geliştiğini, rahimde hızla geliştiğini, uluslararası sorumluluk aradığını ve ister Amerikan ister başka türlü olsun, tek taraflı hegemonyadan kaçındığını gösterdi.