Tarihi Filistin devletini “tanıma tsunamisinin” Hamas'ın Ekim 2023'teki saldırılarının bir sonucu olduğu iddiası, gerçeğin çarpıtılmasıdır. İronik olan şu ki, bu anlatı hem Netanyahu hem de Arap aşırılık yanlıları tarafından tekrarlanıyor.
Binyamin Netanyahu, tanımayı ve iki devletli çözümü, İsrail kamuoyunu kışkırtmak ve ABD yönetimini zor durumda bırakmak için “Hamas'a bir ödül” olarak nitelendiriyor.
Hamaslı aşırılık yanlıları ise bunun 7 Ekim'in bir sonucu olduğunu iddia ediyorlar. Gerçek ise tam aksi. Hamas, Suudi Arabistan'ın eski ABD Başkanı Joe Biden yönetimiyle müzakere ettiği “iki devletli çözüm” projesini engellemek için geniş çaplı bir saldırı düzenledi. Washington, Riyad ile güvenlik anlaşmasının imzalanmasını İsrail'in tanınması koşuluna bağlamıştı ve Suudi Arabistan da bunun karşılığında bir bedel teklif etmişti; Filistin devletinin kurulması ve bu yönde müzakereler başlamıştı. Birkaç ay sonra Hamas, bunu İsrail'in bir savaşının takip edeceğini ve müzakerelerin sabote edileceğini bilerek geniş çaplı bir saldırı düzenledi.
Hamas'ın kararının, Husiler ve Hizbullah gibi, bölgede hegemon bir devlet olarak güçlenmesini engelleyecek herhangi bir siyasi ilerlemeyi engellemeye kararlı olan Tahran'a dayandığı artık biliniyor.
Hamas, İran ekseniyle birlikte, İsrailli aşırılık yanlılarının istekleriyle uyumlu biçimde tüm barış çabalarını sabote etme konusunda uzun bir geçmişe sahip. Ayrıca, bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanabilecek her türlü siyasi projeye karşı çıkıyorlar.
Hamas, 2003 yılında iki ayrı otobüse düzenlediği ve 40 İsraillinin ölümüne yol açan bombalı saldırı ile “Yol Haritası”nı sabote etmişti. 2007'de Annapolis Konferansı’nı sabote etmeyi başardı ve ardından 2020'de üç ayrı saldırı düzenleyerek Trump'ın barış planını bozdu.
Hamas, bu kez Ekim 2023'teki korkunç saldırısıyla hem kendini hem de Hizbullah, Esed rejimi ve İran rejimi başta olmak üzere müttefiklerini yok etti. Bu bölgesel boşlukta Netanyahu, Gazze'yi yerle bir edip Batı Şeria'yı ilhak ederek kazanımlarını ikiye katlamayı hedefliyor.
Yine bu tehlikeli boşlukta, Suudi Arabistan'ın önerdiği iki devletli çözüm projesi de devreye girdi. İki proje arasında bir yarış başladı; Netanyahu'nun ABD yönetiminin onayını ve desteğini alıp Batı Şeria'yı resmen ilhak ederek Filistin davasını tasfiye etme projesi ile Fransa'nın desteklediğini açıkladığı, bir Filistin devletinin kurulması için uluslararası desteği seferber etmeyi amaçlayan Suudi Arabistan projesi. Aylardır süren hararetli diplomatik mücadele, Filistin'in 151 ülke tarafından devlet olarak tanınmasıyla sonuçlandı.
Bu tarihi andan önce, İsrail hükümeti BM'deki oylamayı durdurmak için bir dizi tehditte bulundu, Gazze'ye yönelik kısıtlamaları artırdı, Gazze sakinlerini yiyecek ve ilaçtan mahrum bıraktı ve askeri operasyonlarını genişletti. Batı Şeria'ya yöneldi, bankacılık faaliyetlerini askıya alarak bankacılık ve ekonomik durumu çökertmekle tehdit etti. Yerleşimcilerin Batı Şeria sakinlerine yönelik saldırılarını görmezden geldi, daha fazla yasadışı yerleşim yerinin inşasına izin verdi ve Filistin Devlet Başkanı'nın BM'ye katılımını engellemeyi başardı.
Bununla birlikte, Suudi Arabistan ve Fransa'nın diplomatik seferberlik süreci devam etti ve bu süreç, Filistin'in, ABD ve İsrail'e en yakın dört ülke olan İngiltere, Fransa, Kanada ve Avustralya tarafından tanınmasıyla taçlandı.
Bu, muazzam bir başarı. Ancak bu tarihi diplomatik başarıların yolun sadece başlangıcı olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu başarılar, kaos yaratmak ve Filistin devletini rayından çıkarmak için çalışacak olan Arap ve İsrailli aşırılık yanlılarını çileden çıkaracaktır. Sınır kapısı olan Ürdün Köprüsü’ne yapılan saldırı ister Hamas ister İran veya başkaları tarafından düzenlenmiş olsun, bu projeyi baltalamayı amaçlıyor. İsrailli aşırılık yanlıları, ikinci adıma yani Batı Şeria'nın ilhakı ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin ortadan kaldırılmasına geçmek için herhangi bir saldırı bekliyorlar.
Yeni bir aşamadayız. Filistinlilerin ve Arapların çoğu artık iki devletli çözüme inanıyor ki, bu da açıkça İsrail devletinin de tanınması ve 80 yıllık çatışma, kaos ve nefretin sona erdirilmesi anlamına geliyor. Bu, kolayca elde edilemeyecek önemli bir gelişme. Suudi Arabistan projesi, ABD yönetiminin bu fikri desteklemesini ve benimsemesini gerektirebilir; o zaman Başkan Trump, Nobel Barış Ödülü'nü tam anlamıyla hak edecektir.