Yeni yıla saatler kala, belki de dünyanın durumuna bir göz atmalı ve barışa giden yolların çatışma tuzaklarından daha mı ağır bastığını, yoksa tam tersinin mi geçerli olduğunu sormalıyız.
Dünya genelindeki çatışmalarla ilişkili tehlikelerin dikkatli bir şekilde incelenmesi, gezegenin özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana, silahlı çatışmaların sayısının en yüksek seviyelerine ulaşmasıyla birlikte daha şiddetli ve çalkantılı hale geldiğini derin bir üzüntüyle ortaya koyuyor.
Barış şansları, anlaşmazlık çemberleri lehine azalıyor mu?
Trump hakkındaki Amerikan anlatısına göre şu anda yaygın olan terim “güç yoluyla barış”tır; bu terim, daha fazla çatışmaya kapı açıyor ve uyum yollarını neredeyse kapatıyor.
Başkan Trump, yemin töreninde ikinci döneminin küresel ölçekte barışçıl olacağı ve açıkça belirtilmiş bir hedefi olduğu sözünü vermişti: Dünya genelindeki savaşları bitirmek.
Beyaz Saray'ın efendisi sürekli olarak hem Doğu'da hem de Batı'da birçok çatışmayı çözdüğünü tekrarlıyor, ancak gerçek tam tersi olabilir.
1921'deki kuruluşundan bu yana birbirini takip eden ABD yönetimlerinin aklı olan New York'taki Dış İlişkiler Konseyi'nin yayınladığı uluslararası durum değerlendirmesine baktığımızda, Washington'un istikrarsızlaştırmaya, güç tehditlerine ve özellikle Batı Yarımküre'deki müttefikler de dahil olmak üzere birçok ülkeye karşı diğer zorlayıcı önlemlere yol açan davranışlara kaydığını görüyoruz.
Trump yönetiminin, göreve başladığı ilk günlerde stratejik öngörü, çatışmaları önleme ve barış inşasına adanmış ABD hükümetinin temel unsurlarını, daha iyi alternatiflerle değiştirmeden ortadan kaldırdığı ve bu çabalara ayrılan fonları da önemli ölçüde azalttığını elbette unutmadık. Tüm bu önlemler etkisiz ve kısa görüşlüdür.
ABD, 26. ABD Başkanı Theodore Roosevelt'in (1858-1919) ünlü “Büyük bir sopa taşıyın ve barıştan bahsedin” sözünün temsil ettiği felsefenin izinden gitmeye çalışırken, dünyanın geri kalanı için ikna edici görünmüyor. Özellikle geniş topraklarında artan siyasi şiddetin, halk arasındaki huzursuzlukların, bölünmenin hakim olmasının, etnik, dini, mezhepsel uyumun kaybedilmesinin iç toplumsal barışın temellerini tehdit ettiği göz önüne alındığında.
ABD bugün, çatışmaların başlıca itici gücü ve kışkırtıcısı gibi görünüyor; suç örgütleri olduğunu iddia ettiği hedeflere karşı daha fazla askeri saldırı planladığı Meksika'dan başlayıp, Latin Amerika'daki en büyük çatışma alanı olan Venezuela'dan devam ederek, batı yarımküreyi ateşlemeye hazırlanıyor. Gerçek niyetler bazen uyuşturucu kaçakçılarını takip etme bahanesiyle gizlenmiş ve saklanmış gibi görünürken, bazen de yerel petrol kaynaklarında tarihi bir hak iddiası bahanesiyle aşikar. Buna bir de orada yükselen Rus ve Çin etkisine karşı koymak için tüm jeopolitik alanda yapılan gizli istihbarat operasyonları ekleniyor.
Arzulanan barış yolları, Amerikan imparatorluğunun açıklamaları ve söylemleriyle neredeyse yok oluyor; bu durum, Trump'ın yeni altın donanma söyleminde ve Soğuk Savaş döneminden kalma nükleer testlerin yeniden canlandırılmasında, uzayda bir silahlanma yarışının başlatılmasında kendini gösteriyor.
Ancak uluslararası barışa yönelik meydan okumalar yalnızca Amerika Birleşik Devletleri ile sınırlı değil. Asya ve Avrupa kıtalarına hızlı bir bakış, paniğe varan bir huzursuzluk hissi yaratıyor.
Bir yandan, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın şiddeti artıyor; sivil altyapıyı hedef alan saldırılar, sakinleri tehlikeye atıyor ve çatışmayı tehlikeli bir yeni aşamaya taşıyor.
Moskova ve Kiev arasında henüz bir ateşkes anlaşmasına varılamaması nedeniyle, Rusya ve Avrupa arasındaki gerilimlerin silahlı çatışmalara evrilme olasılığı artıyor ve bu durum NATO'yu da kaçınılmaz bir şekilde savaşa çekebilir. Bu, özellikle Almanya ve Fransa'nın, Rusya'dan gelen ve yakın olarak algıladıkları tehlikeyi önlemek için hızlandırdıkları jeopolitik hamlelerin açıklaması olabilir. Sanki Başkan Putin ve güçleriyle kaçınılmaz bir askeri çatışmadan bahsediyorlar.
Asya ise sancılı bir doğum belirtileri gösteriyor; Hindistan ve Pakistan arasındaki devam eden ve yaklaşan çatışma, Tokyo ve Pekin arasında şiddetlenen gerilim ve Kuzey Kore'nin nükleer denemeleri bunun işaretleri arasında yer alıyor.
Yeni bir yılın eşiğinde, güvenlik ve huzurla karakterize edilen barışçıl bir dünyaya duyulan ihtiyaç, sadece seçenek değil, bir zorunluluk gibi görünüyor. Bugün barış çağrısı bir lüks değil, nükleer savaştan ekolojik felaketlere, yapay zekanın yarattığı zorluklara ve yakın gelecekte kaçınılmaz bir kadermiş gibi bahsedilen “X pandemisi” söylemine kadar, nefretin kontrolsüz olarak yayılmasının yol açacağı felaketleri önlemek için acil bir gerekliliktir.
Bu yeni yılda, tüm insanlık için yakan değil aydınlatan bir ışık olacak barış meşalesini kim taşıyacak?