David Hirst’in ‘Küçük Devletlere Dikkat: Ortadoğu’daki Savaş Meydanı Lübnan’ adlı kitabı (2010) yayınlandığında Lübnan, ‘mücadelenin’ üçüncü aşamasına girmişti. Birinci aşamada, Lübnan’ın İsrail-Filistin çatışması için bir meydan olmasını reddeden Hıristiyan radikalizm ortaya çıktı (1969-1982). İkinci aşamada Lübnan’ın Suriye’ye tâbi olmasına karşı çıkan ve çoğunluğu Hıristiyan olan bir kamuoyu oluştu (1990-2005). Üçüncü aşamada ise silahlı partinin üstünlüğüne boyun eğmeyi kabul etmeyen; Hıristiyanlar, Sünniler ve Dürzilerden müteşekkil bir Lübnanlı çoğunluk meydana geldi (2008’den bugüne ). David Hirst’in zihniyeti halen 1970’lerdeki gibiydi. O yıllarda gözlemcilerin çoğuna göre Araplar, zayıf bir devlete ve kırılgan iç bağlara sahip Lübnan’ı Filistin davasının yükünü taşıması için görevlendirmişti. Bu denklem, 1982’de sona erdi ve Filistin davası Lübnan’dan çıktı. Sonra çatışma, bir kısmı Suriyelileri destekleyen iç taraflar ile Hıristiyan radikalizmi tarafından yönetilen Hıristiyan taraflar arasında bir karşılaşma halini aldı. Hıristiyan radikalizmi, Şii radikalizmle karşı karşıya geldiğinde oluşmaya başlamış ancak 2008’de milislerinin Beyrut’u işgal edene kadar yüzünü göstermemişti.
Çatışmalı radikalizmler bir devlet inşa etmediği gibi, radikal olsun ya da olmasın, müttefik ikililer de inşa etmez. Kaymakamlık rejimine dayalı Dürzi-Maruni iş birliği (1840-1860), 1860 yılında felaketler ve kıyımlarla sona erdi.1945 yılında Birleşik Krallık’ın desteğiyle Fransa’dan bağımsızlaşmayla sonuçlanan Maruni-Sünni iş birliği de 1958 yılında çatırdayıp,1975’te bir iç savaşa dönüştü. Şiiler ve Dürziler, mağduriyet ve adaletsizlik gerekçesiyle Lübnan siyasi sisteminden memnun değildi. Hatırlayalım, muhalif ulusal hareketin başında Kemal Canbolat ve genel sekreterliğinde de Şii olan Muhsin İbrahim vardı.
Hıristiyan ve Şii radikaller 2006 yılında Mar Mikhael Kilisesi’nde nasıl ittifak kurabildi? Öncelikle köklü Hıristiyan radikal Dr. Caca, hapishaneden zayıf bir şekilde çıktı ve Başbakan Hariri’nin şehit edilmesinden sonra kapsamlı bağımsızlık hareketine katıldı. O esnada Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılması konusunda neredeyse görüş birliği vardı. General Avn, eski ordu komutanı ve hükümet başkanı olduğu için bir radikal sayılmıyordu. Ama hamlesi akıllıca görüldü. Nitekim İsrail ile ittifak yapılırken ya da Suriye ile ittifak denenirken daha önceki Maruni tecrübelerin aksine Avn, Şii örgütün liderine gitti. Avn’ın kafasında azınlıklar ittifakının yanı sıra şu düşünce vardı: Sünniler; Taif Anlaşması, anayasa ve yürütme erki üzerinden Hıristiyanların devletteki haklarını yiyorlar; Hıristiyanları Taif’ten kurtarmak, silahlı örgütün himayesinde yetkileri geri almak ve nihayet ülkede iktidarı paylaşacak alternatif bir Hıristiyan-Şii ikilisine varmak için Sünnilere karşı mücadele etmek gerekir. Gelgelelim yeni ikilik, rejimin yolsuzluk çetelerine dönüşmesi, 2019 devriminin patlak vermesi, liman patlaması, para birimi ile ekonomik çöküş; tüm bunlar, bu yeni ikiliği ülke, halk ve bizzat Hıristiyanlar için lanete dönüştürdü!
Cumhurbaşkanı Avn ve tecrübesi çöktü. Bu tecrübeden geriye damadı Cibran Basil’in oyunları kaldı. Ama Hıristiyanlar, modern Lübnan tarihinde üçüncü veya dördüncü kez şu dersi almadılar: İkilikler için bir son veya uzun ömür yok. Zira iki ortak her zaman farklı oluyor ve farklılık artınca da ortaklık bozuluyor. Hem sonra Şii ve Hıristiyan yeni ortaklar Taif’i ve anayasayı keşfetti; Şiiler bundan yararlanmaya çalışırken, eski ve yeni Hıristiyan radikaller de Ulusal Mutabakat Belgesi’nden vazgeçmek ve yok saymak için her gün bir sebep buluyor. Üçleme fikrine ve kurucu konferansa dair uzun manipülasyondan sonra Hizbullah, şimdi de anayasanın tek bir harfini bile değiştirmeyeceğini söylüyor. Öyle ya; Taif zamanında küçük devletini kurduğunun ve efendinin, sorumsuz ve sorgulanmaz bir efendi haline geldiğinin farkına vardı. Hıristiyan müttefiklerinden hiçbiri ondan Taif’i uygulamasını talep etmedi. Aksine, düzenleme ve değişiklik için ondan yardım istiyorlardı. Taahhütler ve sorumluluklar olmadan Taif’e olan aşkını ilan ederse ne kaybeder? Ki onun anayasaya olan uzaklığı, Ebu’l-Ala’nın sevgilisine olan uzaklığından fazla:
Şu an Hıristiyan genç ve orta yaşlı çevrelerde federalizmin sesleri duyuluyor. Uydu kanalları ve radyolar, federalizmin propagandasını yapıp üstün yanlarından bahsediyor. Ülkemiz, bölünmeyecek kadar küçük ve ne silahlı parti ne de başkası tarafından yutulabilecek kadar da büyük. Radikaller ve diğerleri, Taif’in cumhurbaşkanının yetkilerini ortadan kaldırdığını söylüyordu. Sonra Cumhurbaşkanı Avn’ın tecrübesinden anlaşıldı ki cumhurbaşkanı, sistemin başıdır ve sistemi işletme veya devre dışı bırakma yetkisine sahiptir. Sistemi devre dışı bırakmaya karar verdi ve yaptı. Bu da silahlı partinin gücünü ve kontrolünü artırmasını kolaylaştırdı. Federalizm savunucuları şimdi de diyor ki: Artık Müslümanlarla yaşayamayız! Ama bu, bizim hayatımız ve her anlamda birlikte yaşıyoruz. Aslında Lübnan, birlikte yaşamda anlam kazanır. Bu, güç yoluyla da olsa ortadan kaldırılamaz. Savaşlarımızda bile bu gerçek yok olmadı. Ortodoks kanunu tasarısından sonrasına ve nispilik yasası ile tercihli oy yasasına bakın, ne oldu? Maksat, bir arada yaşamı bozmaktı. Cibran Basil ve arkadaşları bunu sürdürdü ve silahlı partinin kontrolü arttı; yıllardır diğer mezheplere sızmaya çalışıyor. Hıristiyanlar, sayı azlığından ve göçten şikâyet ediyorsa bunun nedeni, sistemin bir çoğunluk sistemine dönüşmesi ve anayasanın ürettiği kurumların ya da içlerinin aşınmasıdır. Taif’te, adem-i merkeziyetçilik de dahil olmak üzere federallerin artık yetersiz gördüğü denenmemiş çözümler var. Anayasa, dengeli ve esnek bir sistem kurar. Ayrıca bağımsız yargı ve anayasal kurumlar hiyerarşisi oluşturur ve bu kurumların yetkilerini, iş birliğini ve her birinin bağımsızlığını tesis eder. Mezheplerin ‘haklarını’ ve temsiliyetlerini görmezden gelmeden, vatandaşların temel haklarını ve yasa önünde eşitliklerini gözetir. Küçük mezhepsel oluşum daha iyi bir yönetim, daha iyi bir polis ve daha iyi belediyeler inşa eder miydi, gerçekten bilmiyorum. İşte, Şii bölgelerdeki silahlı parti tüm hizmetleri sağlıyor. Peki, halkının idaresini, güvenliğini ve geçimini sağlayabildi mi?
Hıristiyanların ve vatanseverlerin mevcut durumdan alması gereken ders, yeni bir siyasi sistem önermeye çalışmak değil, anayasanın tamamen uygulanması üzerinde ısrar etmektir. Uygulanan kısmının bile altı, kinler ve yanlış anlamalar nedeniyle kazıldı. Seçim yasası da buna bir örnek. Vatandaşların adil bir şekilde temsilinden kasıt, son iki seçimde olan mı yani?!
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında David Hirst’in döneminde küçük devletler, askerî darbelerden ve bazen de dış müdahalelerden şikâyetçiydi. Son on yıllarda buna iç kargaşayı körükleyen üçüncü bir siyasi kötülük eklendi: ordular ve milisler arasındaki üstünlük ortaklığı. Milisler ya suç milisleri (küresel mafya gibi) olur ya da ideolojik ve siyasi milisler. Devlet içinde tek bir otorite olmazsa bu büyük bir felaket doğurur. Bunun, yani Lübnan da dahil olmak üzere birçok Arap ülkesinde ikili otoritenin olması, zamanımızın bir talihsizliği ya da ironisi. Bu gerçeklikten çıkmak gerekiyor ama ayrılma benzeri bir şeyle değil. Bu çıkış, modern ve istikrarlı bir devlette tüm Lübnanlıların ulusal hakları konusunda ısrar ederek olmalı. Ki bu, şifa vermeyen bir umut…