Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

İran: Değişim için radikal fikirler!

İsrail ve ABD'nin saldırıları, askeri ve nükleer liderlerin öldürülmesi ve İran'ın destekçilerinin yardıma koşmaması sonrasında İran'da reform fikirleri ve önerilerinin hız kazanmaması garipti. 2009 seçimleri sonrası yaşanan kargaşa ve Mahsa Amini'nin öldürülmesi sonrası yaşanan ayaklanmanın daha gürültülü ve daha önemli olduğunu düşünmüştüm.

Ancak radikal taleplerle sesler nihayet yükselmeye başladı. Mir Hüseyin Musevi, 2009 seçimlerinde adaydı ve 2011'den beri ev hapsinde tutuluyor. Bir ay önce, yolsuzluğa karşı sesini yükseltti, ki bu yeni bir şey değil, ancak Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) kastettiği için yeni sayılabilir. DMO, görkemli iddialarına ve düşmanları nerede olurlarsa olsunlar yok edecekleri yönündeki sürekli söylemlerine rağmen, devleti zayıflatmış ve yeteneklerini israf etmiştir! Gerçekten yeni olan şey, 2009 seçimlerinin diğer adayı Mehdi Kerrubi'nin yüksek sesle konuşmasıdır. Kerrubi, İran'ın nükleer programına cepheden saldırdı ve programın ülkeyi gücün zirvesine çıkarmayı amaçladığını, ancak bunun yerine ülkeye diz çöktürdüğünü (!) söyledi. Büyük harcamalar ve iddialı söylemlerin ardından geriye kalan tek şey, yön kaybı ve düşmanların sevinç çığlıkları. Nükleer güce ne gerek var? Şimdi proje yok olduktan sonra zenginleştirmeye ne gerek var?! Bu, önde gelen bir İranlı siyasetçinin nükleer dosyayı, daha doğrusu dosyayı değil, İran'ın 2002'den beri ve hatta daha öncesinden beri gurur duyduğu programı ilk kez saldırıya uğratmasıdır. İranlılar her zaman bunun elektrik üretimi ve bilimsel ve teknolojik ilerleme dahil olmak üzere barışçıl amaçlar için olduğunu iddia ederler. Ancak barışçıl nükleer amaçlar için yüzde 60 zenginleştirme gerekmez; 2015 yılında Obama yönetimi ile yapılan anlaşmada yüzde 3,5 zenginleştirme öngörülmüştü! Açıklamasının başında büyük bir heyecan dile getiren, hatta programı iptal etme noktasına kadar varan Kerrubi, daha sonra mevcut İran yönetimine yeni saldırılara karşı korunmak için zenginleştirme çalışmalarından gönüllü olarak vazgeçmeleri tavsiyesinde bulundu!

İran'ın eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, silahlı gruplar aracılığıyla yabancı nüfuzun yayılmasını, ülkenin itibarını tehlikeye atan ve İranlıların milislerini konuşlandırdığı halkların çoğunluğunun, Şiiler de dahil olmak üzere, İran'a ve politikalarına karşı öfke duymasına yol açan büyük bir hata olarak gördü! Bu, İran'ın Arap ve uluslararası komşularıyla ilişkilerinde büyük bir potansiyel kaybına ve felaketle sonuçlanan neticelere yol açtı. Henüz kimse Ruhani'ye yanıt vermezken, Dini Lider Ali Hamaney'in kıdemli danışmanı Ali Ekber Velayati, Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) olmasaydı ABD'nin Irak'ı yutmuş olacağını (!) söyleyerek, İran'ın bu milisleri mağdur ülkelerin yararına oluşturduğunu ima etti! Sanki ABD Irak'ı yutmamış gibi(!).

Mir Hüseyin Musevi, Mehdi Kerrubi ve Hasan Ruhani'nin yanı sıra, kendini Reform Cephesi olarak adlandıran dördüncü bir taraf ortaya çıktı. Bu taraf, kapsamlı bir program ortaya koydu. Programın ilk kısmı, zenginleştirmeyi gönüllü olarak durdurmak, komşularla (Araplarla) dostane ilişkiler kurmak ve Filistin'de iki devletli bir çözüm için onlarla iş birliği yapmaktı. Yurt içinde ise genel af ve çeşitli ekonomik politikalar önerdiler.

İran'ın stratejisi kırk yıldır iki temele dayanıyor: Arap ülkelerindeki silahlı milisler (özellikle Şii azınlıkların bulunduğu ülkeler) ve nükleer programı. Bunu konum ve rol arasındaki bir uzlaşma olarak açıklamıştım. İran platosu tek bir otorite altında birleştiği her seferinde, milliyetçilik adına ve İslam Cumhuriyeti döneminde din adına mutlak iktidara ulaşmayı hedeflemiştir. Milliyetçi iktidar Azeriler, Beluçlar, Kürtler ve Arap azınlıkları rahatsız ederken, dini iktidar rejimden doğrudan yararlanan azınlık bir kesim hariç tüm İran halkını rahatsız etmektedir. İslam Cumhuriyeti döneminde İran'ın stratejisinin ikinci ayağı, nükleer programı ve ‘devrimi ihraç etme’ bayrağı altında komşu ülkelerde ve mümkünse daha uzak ülkelerde ideolojik milislerin konuşlandırılmasıdır! 2004 yılında, Amerikalılar ve Avrupalılar İran'ın nükleer dosyasını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndan (UAEA) Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ne havale ettiklerinde, Şeyh Muhammed Ali et-Teshiri bana şöyle dedi: “Nükleer programın dış düşmanı korkutmak amacıyla olduğunu kim söyledi? Bunun prestij, konum ve rol gibi birçok nedeni var.”

İran'ın stratejik konumu ve rolüne ilişkin bu anlayış, saldırılar ve yenilgilerden sonra, rejimin muhalifleri olarak görülmeyen önde gelen İranlı siyasetçiler tarafından da sert bir şekilde eleştiriliyor. Otuz yılı aşkın süredir tutum ve fikirlerinde katı olan rejim, kendini yenilemek ve hayatta kalmak için değişme yeteneğine sahip mi? Kerrubi ve Ruhani'nin açıklamalarına ilişkin yorumda bulunan önde gelen bir İranlı gazeteci şöyle dedi: Rejimin gözünde bu, Esed rejiminde olduğu gibi bölünme ve yıkımın reçetesidir: ya olduğu gibi kalır ya da çöker, her halükârda dışarıdan yıkılmayacaktır!