Uluslararası gündemin sakinliğini koruduğu şu günlerde Nijer’deki darbe ve sonrasındaki gelişmeler hala ajandanın tepesindeki yerini koruyor. Fransa ve Batı’nın mutlak güç kaybına neden olan yeni cunta yönetimi bu hafta geçiş dönemi Başkanı’nın ardından Dünya Bankası kökenli bir ekonomisti de Başbakan olarak atadı. Elbette bu küresel ekonomik sisteme verilen bir mesaj olarak okunabilir. Fakat Batı’nın darbecilerin “meylini” görmek istemediği bir gerçek.
Devrik Balkan Mohamed Bazoum’la görüşen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’e göre, darbenin neden olduğu istikrarsızlık Nijer’de Rus paralı askerleri Wagner Grup’un faydalanacağı yeni bir güç dengesi yarattı: “Nijer’de yaşananların Rusya veya Wagner’ler tarafından yönetildiğini düşünmüyorum. Ama diğer ülkelerde yaptıklarını Nijer’de tekrar ederek darbeyi kendileri açısından faydalı hale getirebilirler.” Pek tabii Blinken’in “diğer ülkeler” ifadesiyle kastı Fransız karşıtı askerlerin yönetimi ele geçirdiği Mali.
Nijer’de halihazırda iki Amerikan üssü bulunuyor. Kıtadaki ABD kuvvetleri açısından ülke kritik önemde. Bu durum belki de Beyaz Saray’ın “telaşlı ve hiddetli” açıklamalar yapmasının altında yatan esas sebep. Telaşlı diyoruz çünkü bu zamana değil Nijer’deki darbeci yönetim Washington’ı doğrudan karşısına alacak bir açıklamada bulunmadı. Evet, cunta, “Fransız karşıtı” bir karaktere sahip ve bunu da meşruiyetini kuvvetlendirmek amacıyla kullanıyor.
Bununla birlikte ABD, darbecileri her karşısına aldığında hem cuntanın iç politika hamlesini hem de kendi diplomatik pozisyonunu zora sokuyor. Başka bir ifadeyle Biden yönetimi, ülkesinin Afrika politikasını baltalıyor, kıtadaki çatlakları kendi eliyle büyütüyor.
Rusya’nın bölgedeki etkisinin fazlaca abartıldığını söylersek yanlış olmayacaktır. Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali dışında Rus paralı askerleri Wagner’ler aktif olarak sahada değil. Burkina Faso ve Gine gibi Fransız karşıtı rüzgârın darbecilerin yelkenini doldurduğu ülkelerde Rus askeri güçlerinin silah satışı gibi doğrudan kar getiren yatırımlarla ilgilendiği doğru. Ancak bu etki, “stratejik ortaklık” gibi dış politikanın bütüncül bir şekilde Moskova’ya angaje olduğu bir senaryoyla sonuçlanmıyor. Aslında ABD hükümeti biraz daha bölgeyi tarasa Çin’in köprüyü çoktan geçtiğini, Türkiye’nin de silah satışında tartışmasız bir alternatife dönüştüğünü kavrayacaktır.
Elbette Washington’ı “Rus takıntısı” nedensiz değil. Kremlin, Ukrayna işgali sonrası giderek azalan diplomatik etkisini Afrika üzerinden yeniden kurguluyor. Moskova hükümeti, savaşın yıkıcı sonuçlarından biri olan “tahıl krizini” pozitif anlamda kullanmayı başararak Ukrayna limanlarını terk eden tahılın belli başlı Afrika ülkelerine ücretsiz aktarılmasını sağladı.
Putin yönetimi bununla da yetinmeyerek, savaşın ortasında, geçtiğimiz temmuz ayında St. Petersburg kentinde Afrikalı liderlerin katıldığı Rusya-Afrika Zirvesi gerçekleştirdi. Zirve sırasında Kremlin’in bölge ülkelerine verdiği mesaj “Size silah ve teknoloji sağlayalım, karşılığında siz de Batı’nın yaptırımları sonrası zorlanan ekonomimizi sürdürmemize yardımcı olun” minvalindeydi. Rusya’nın söylediğinin Afrika’da nasıl yankılandığı ise Fransız etkisinden kaçarak Kremlin’e sığınacağı söylenen Burkina Faso’nun genç darbeci lideri Traore’nin zirvedeki konuşmasında saklı. Traore’ye göre Batı’nın yeni sömürgeciliğinden kaçan Afrika ülkeleri sadece “egemenlik haklarına saygılı” bir ilişki kurarak kıtada Batı’ya alternatif bir denge kurmayı amaçlıyor.
Sonuç olarak, Batı’nın Rusya’yı suçlama kolaycılığının aksine Afrika’da Wagnerlerin darbelerin arkasında olduğu bir vaziyet yok. Moskova da her devlet gibi rakiplerinin dış politikadaki çatlaklarından yararlanarak kendisine alan açıyor. Fakat bu noktada Kremlin’e en fazla desteği de Rus paranoyası ve Afrika ülkelerine sömürgeci bakıştan kurtulamayan ABD ve Batı dünyası veriyor.