Kahale bölgesinde meydana gelen olay, bölge gençlerinin hayatını kaybetmesine ve sonra Lübnan Savunma Bakanı’na suikast girişiminde bulunulmasına neden oldu. Bunlar, Hizbullah ile Lübnan ordusu arasındaki mutabakatın kırılma noktasına geldiğini gösteriyor. Lübnan’ın ulusal herhangi bir sembolüne değer verilmediğini de… Halbuki bunun tam aksi olarak Hizbullah ile İsrail ordusu arasında bir takdir ve saygı mevcut ki bu, anlaşmalarda sebat ve saygı gösterilmesini sağladı!
Hizbullah’a ait silah ve patlayıcı yüklü bir kamyon devrilip de bölge sakinleri yolculara yardım etmek için müdahale edince, bölge sakinleri ile Hizbullah arasında bu müdahaleyi önlemek için çatışma çıktı. Bunun üzerine ordu bölgenin etrafını sararak sevkiyata el koydu!
Hizbullah ile Lübnan ordusu arasındaki sınırların çizilmesinin, Lübnan halkının omzuna yüklenen kâh suikastlarla kâh onlarca, hatta yüzlerce kişiyi götürecek patlamalarla tehdit eden silahlar yerine, İsrail halkı için olduğu gibi Lübnan halkı için de güvenlik garantisi olmasını diliyorum.
Hizbullah ile İsrail ordusu arasındaki mutabakat en azından İsrail tarafında çok açık ve net. Ordu Sözcüsü Daniel Hagari, ordu radyosuna verdiği bir röportajda vatandaşların baskı hissetmesini istemediğini, zira ordunun onların güvenliğini sağlamak için olağanüstü bir çaba sarf ettiğini dile getirdi. Hizbullah’ın her kışkırtmasının orduyu harekete geçirmediğini de belirtti.
Sözcü, Hizbullah’ın sınırda kurduğu çadırı örnek göstererek “Evet, bu bir kışkırtma ama savaşa sebep olacak kadar değil” dedi ve bunu daha ziyade ikincil bir tehdit olarak değerlendirdi! Sonra da İsrail ordusunun, bir savaşın patlamak vermemesi için elinden geleni yaptığını ifade etti.
Özellikle de Kariş sahasının paylaşımı için deniz sınırlarının çizilmesine dair bir anlaşma olduğu göz önüne alınınca Hizbullah için bundan daha büyük bir garanti yok. Hizbullah, bu anlaşmada Lübnan karşısında İsrail’i bir taraf olarak tanıdı. Halbuki İsrail varlığını hiçbir zaman tanımadığını ve tanımayacağını iddia ediyordu. İşte şimdi buna karşılık İsrail de bir savaş istemediğinin ve savaşa sürüklenmeyeceğinin altını çiziyor!
Bu demek oluyor ki Hizbullah’ın yaptığı ‘kışkırtmalar’ gerçek bir tehdit teşkil etmiyor. Bu tehditler, İsrail ordu sözcüsünün de dediği gibi ikincil öneme sahip. Yani İsrail, ‘Lübnan direnişine’ ikincil bir tehdit olarak bakıyor.
Üstelik bir tarafta Hizbullah ve diğer tarafta İsrail ordusu olmak üzere denklemin iki tarafı arasında Lübnan-İsrail sınırları üzerine, İsrail tarafından ilan edilmiş bir sakinlik ve güvenceler var. Bu yüzden böyle bir şeyin olması mümkün değil. Bu güvenceler ‘karşılıklı’ olmasaydı, yani İsrail’inkine karşılık Hizbullah’tan da İsrail’le bir savaş başlatılmayacağına dair bir garanti alınmasaydı, belki. Ama Hizbullah’ın İsrail’i Beyrut limanındaki patlamayla ilgili olarak açıkça suçlamaktan kaçınması, bu güvencelerin en büyük kanıtı bu en mantıklı ve tutulan teoridir. Çünkü Hizbullah, İsrail’i doğrudan suçlamanın, istemediği bir sonuç ve tepki getireceğini biliyor.
Hizbullah yetkililerinin yaptığı açıklamaların hiçbirinde doğrudan suçlama yoktu. Ağustos 2020’de yapılan ve İsrail’in sorumluluğuna dair uzaktan ima içeren o açıklama da buna dahil. Bununla birlikte Hizbullah, ‘eğer’ şartını koyarak bir geri adım payı bıraktı. Nitekim Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, patlamanın ardında İsrail’in olduğu varsayımına karşılık, patlamaya karıştığı ispatlanır ‘ise’ İsrail’den hesap sorulacağı tehdidinde bulundu ve siyasi güçlerin, Lübnan’ı iç savaşın kıyısına getirdikleri konusunda uyardı.
Peki, üzerinden iki yıl geçtiği ve liman patlamasına ilişkin soruşturma sürecine halen müdahale edilirken bu durum nasıl ispatlanacak?
İsrail cephesinin sakinliği ile Hizbullah arasındaki ve Hizbullah cephesiyle Lübnan halkının durumu arasında çok büyük fark var. Bu, Hizbullah’ın, İsrail ordusuyla yaptığı anlaşmalara saygı duyarken Lübnan ordusuna tam tersini yaptığını gösteriyor. Acaba Hizbullah kime direniyor?