İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Biz, ABD ve İran: Kısa ip

Dün ABD-İran görüşmelerinde bazı Arapların "aktif rol" oynadıkları duyurusu, Tahran'ın egemen olduğu Arap bölgelerindeki çeşitli gelişmelerle ilişkilendirilmeyi hak ediyor.

Son 3 hafta boyunca Lübnan'da olup bitenler normal değil. Önce Sayda şehri yakınlarındaki Ayn el-Hilve Filistin kampında çatışmalar yaşandı. Ardından Güney Lübnan'ın Hristiyan bir sınır beldesinde Hizbullah Hristiyan birini öldürdü. Son olarak Beyrut’a nazır ve Beyrut-Şam yolunu kontrol eden dağlık Hristiyan beldesi Kahale’de Şii Hizbullah’a ait bir silah kamyonunun devrilmesinin ardından tehlikeli bir sürtüşme yaşandı.

Ayrıca, bazı Körfez ülkelerinin vatandaşlarına ya Lübnan'dan ayrılmaları ya da dikkatli olmaları konusundaki uyarıları da basit bir şey değil. Uyuşturulmuş ya da fiili olarak bir silahlı, güvenlik, siyasi ve mali işgal altında yaşadığını unutur gibi yapan Lübnan sokağında yaz (ve turizm) sezonunda bu çağrının psikolojik olarak ne anlama geldiği basitçe ele alınamaz.

Tabii ki tablo, Suudi Arabistan'ın İran ve Suriye dosyalarında -en başından şartlı olan – açılımını dondurma yönünde attığı son ciddi adımı dikkate alındığında tamamlanabilir. Riyad’ın bu adımı ne Tahran'ın ne de Şam'da desteklediği yönetimin bölgesel seçeneklerinde gerekli değişikliği yapmaya hazır olmadığını anlamasından sonra geldi.

Washington ve Tahran'ın bir anlaşmaya vardıklarına dair haberler işte bu atmosferin ortasında geldi. Haberlere göre Washington'un İran’ın bankalarda dondurulmuş mali varlıklarından yaklaşık 6 milyar doları serbest bırakması karşılığında Tahran'ın 5 Amerikalı tutukluyu serbest bırakması konusunda anlaşıldı.

ABD resmi makamlarının -her zamanki gibi- hemen etkisini yumuşatmaya ve azaltmaya çalıştığı bu anlaşma, birçok nedenden dolayı önemli ve tehlikeli, bu nedenlerin en önemlileri şunlar:

1-Anlaşma, Washington'un, Ortadoğu'nun daha geniş bölgesel resminden uzakta, çıkarlarına hizmet etmek için İran rejimiyle diyaloğa girmeye her zaman hazır olduğunu teyit etti. Bu bağlamda Washington, İran’ın Arap Maşrık (Levant) bölgesini kontrol etmeye yönelik entegre bir stratejisinin var olduğunu inkar etme veya görmezden gelme noktasından hareket etmekte ısrar ediyor. Bu nedenle bölgedeki oluşumları bir bütün olarak değil, parça parça ele almayı tercih ediyor.

2-Washington, bu stratejinin varlığından ve detaylarından tamamen haberdar olsa bile, onu kendi projesi için kullanmaya gayret ediyor. Söz konusu proje de, Tel Aviv'de kimin yönetimde olduğuna, ideolojisinin ve önceliklerinin ne olduğuna, çevresiyle bir arada yaşama ve etkileşim kurma arzusunun düzeyine bakılmaksızın İsrail ile tam bir Arap normalleşmesine dayanıyor. Bu nedenle Washington, Tahran ne kadar aşırılığa kaçar, saldırganlık ve yayılmada ne kadar ileri giderse, bu aşırılığın, Arapları -tereddüt etmeden- korumasından ve gücünden güç almak için İsrail ile normalleşmeye itme ödülünü taşıyan bir şantaj oluşturacağına inanıyor.

3-İran, üç büyük dünya gücünün kendisine karşı gerçek tutumlarını bildiği için gerilimi tırmandırıyor, rakiplerine şantaj yapıyor ve küçümsüyor. Nitekim Rusya, Güney Kafkasya ve Hazar Denizi'nin güneybatı havzasında İran ile arasındaki eski sınır anlaşmazlıkları ve çatışmaları geçmişine rağmen, Tahran için silah ve menfaatler açısından önemli bir müttefik. Çin, Tahran'ın bir ortağı ve hem Batı Asya'daki müttefiklerini artırmak, hem Orta Asya’daki silahlı siyasi Sünniliğe düşmanlık hem de Çin’in Kuşak ve Yol girişiminde Tahran’ın önemli rolü açısından onun hayati bir siyasi, güvenlik ve ticari müttefiki. Eski stratejik müttefik ABD'ye gelince, iki taraf arasında derin uzlaşılar var. ABD’nin onlarca yıl sessiz kalması, İran'ın nükleer projesini sadece zenginleştirme seviyelerinin müzakere edildiği bir noktaya ulaşacak kadar geliştirmesine olanak tanıdı. Oysa Washington ve Tel Aviv, Irak nükleer projesini olgunlaşmasına izin vermeden daha en başından imha etmişti.

4-İran'a karşı tehdit ve gözdağını benimseyen, silah sevkiyatlarını bombalamakla tehdit eden İsrail bile, “oyun” örtülü olarak üzerinde uzlaşılan çıtalarla yönetildiği sürece Tahran liderlerinin ve Devrim Muhafızlarının saldırganlığından ne kadar fayda sağladığını çok iyi biliyor. Tel Aviv'in kuzey sınırlarında Suriye yönetiminin yerinde kalması arzusu, Hizbullah Lübnan üzerindeki kontrolünü sıkılaştırıp, siyasi, ekonomik, kültürel ve demografik değişimini hızlandırırken, karada ve denizde onunla sınır anlaşmalarına varma gayreti işte bu çerçevede yer alıyor.

Yukarıdakilerin ışığında, istesek de istemesek de bölgemizdeki İran işgallerini finanse etme, toplumlarımıza nüfuz etme, tuzağa düşürme ve içeriden yok etme için kullanılacak bir anlaşmadan Arapların elde edeceği hiçbir fayda olmadığını iddia ediyorum.

Burada şunu söyleyenler olabilir: Hayır, bu tür anlaşmalar, her düzeyde gözetim ve dikkatli takip koşullarına ve mekanizmalarına tabidir. Askeri amaçlar değil, insani amaçlar için harcanmasını garantilemek için serbest bırakılan paraların hareketi takip edilecektir.

Müzakerecilerin ve müzakereleri kolaylaştıran “iyi niyetli arabulucuların” zihninde de belki bu vardı. Ancak ABD tarafından "insani amaçlar" için tahsis edilen yeni 6 milyar doların İran bütçesine girişi, İran bütçesinden eşit bir miktarın serbest kalmasının önünü açacak ve bu miktar kesinlikle Devrim Muhafızları'nın ve her yerdeki milis kollarının kasasına gidecektir.

Bu nedenle, genel bölgesel tablo kasvetli. İsrail'deki sivil güçlerin ve rasyonel askeri liderlerin Likud hükümetinin ve aşırı sağın sivil devlet kurumlarına karşı yaptığı gerçek darbeyi engellemeyi başarmaları dışında bir umut ışığı yok.

Binyamin Netanyahu’nun kendisi ve onunla birlikte olan, anayasaya, yargı bağımsızlığına ve sivil topluma karşı kullandığı radikal fanatikler ileriye kaçmaya devam ediyorlar. Netanyahu'yu hapisten, yerleşim yerleri destekçisi, ırkçı ve tüm Filistinlileri göç ettirme yanlısı zebanileri de adil barış kazanımlarından kurtaracağını umdukları bir savaş macerasıyla “tapınağı” İsraillilerin başları üzerine yıkmaya hazırlar.

İsrail sokaklarındaki sivil toplum gösterilerinin gelecekte barışçıl ve adil bir birlikte yaşamın ana hatlarını çizmesi, bölgemizdeki toplumları fanatik aşırılığın, kan dökmenin ve din ticaretinin pençesinden kurtarmaya katkıda bulunması gerçek bir ironi olacaktır.