Sudan’daki iç savaşın çok sayıda ciddi yansımaları var. Bunlar arasında bölgeselciliğin, nefret ve ırkçılık söyleminin artması bulunuyor. Ayrıca Sudanlıların bir dizi platformda ve meclislerde dolaşan söylemlere göre Kuzeylilerin bazılarının Hartum’un maruz kaldığı yıkım karşısında öfkelenip hayal kırıklığına uğradıkları anlarda, Darfur bölgesinin bağımsızlığını talep ettikleri göze çarpıyor. Bunun gerekçesi olarak, bu bölgenin kendilerine göre ağır bir yük haline gelmesini ve bütün Sudan’ı etkisine alıp çökmesine neden olan çatışmaların ve sorunların yuvası olmasını gösteriyorlar.
Bölgenin ayrılması yönündeki çağrılar, artan savaş baskıları ışığında ‘kolay bir çıkış ve çözüm yolu’ olarak görülüyor. Bir arada yaşamak zorlaştıysa ve artık külfetli hale geldiyse neden sürdürmekte ısrar edilsin? Bunun yerine, belki de barışçıl bir ayrılmayı düşünmek, insanları acı çekmekten ve sonunda kanlı ve kaotik bir ayrılığa yol açabilecek daha fazla savaştan kurtarabilir. Bazıları bu düşünceleri tartışırken, kimileri de başkanlık ya da federal bir parlamenter sistem veya hatta konfederasyon gibi geniş ve zor bir formülle -ki Sudan’ın kırılgan yapısının buna dayanabileceğini düşünmüyorum- ülkenin birliğini korumaya yönelik çözümlere yöneliyor.
Kuzeyde radikal önerilerde bulunanların karşı, aynı zamanda Darfur’da da radikal sesler yükseliyor. Bu sesler, kuzeye saldırılmasını savunup merkez halkının sahip olduğu tarihi imtiyazlara ve ülkeyi kontrol edip askeri ya da sivil olarak yöneten dört kabileye dikkat çekerek dışlanmışlık söylemini kullanıyor.
Aslında dışlanma, haksızca kullanılmak istenen haklı bir mesele. Bu kavramın çarpıtıldığını ve sadece Darfur’da değil, Sudan’ın diğer bölgelerinde de koltuk ve ganimet savaşında nasıl kullanıldığını gördük. Darfur, yoksulluk ve dengesiz gelişme sorunları yaşasa ve merkezi otoritede adaletsiz temsil durumundan şikayetçi olsa da bunu yaşayan tek taraf değil. Kuzeyde Darfur’dakinden daha da dışlanıp ikinci plana atılan pek çok bölge var. Buraların sakinleri daha zor koşullarda yaşıyorlar ancak yine de silaha sarılıp devlete karşı isyan etmiyorlar ya da Hartum’u yok etmekle tehdit etmiyorlar.
Darfur’da siyasi bir talep meselesi olarak başlayan dışlanmışlık konusu, 1960’lı yıllardan itibaren bölgenin parlamentodaki temsilcileri tarafından gündeme getirilmiş, ardından başkaları tarafından sahiplenilmiş ve Hartum’daki merkezi otoriteye ve bölgedeki devlet otoritesine karşı isyan eden ve savaşan silahlı hareketlerin kurulması için bir bayrak haline getirilmiştir. Birbirini izleyen hükümetlerin politikalarının karışımı ve Darfur hareketlerinin bazı liderlerinin halkın gerçek ve barışçıl taleplerinden sapıp bunları mevki ve kazanç elde etmek için güç oyununda kullanmaları nedeniyle bölge, uzun süredir istikrarın tadını bilmek bir yana, bir şiddet ve çatışma döngüsü içinde boğuluyor. Bu çatışmaların bir kısmı bölgenin çeşitli bileşenleri ve aşiretleri arasındaki iç çatışmalardan, bir kısmı da yanlış ve dar görüşlü hükümet politikalarından kaynaklanıyor.
İster Darfurlulardan ister Kuzeyden olsun, ayrılıkçı söylemi savunanların bir kısmı bu söylemlerini çözüm yolu olarak haklı çıkarmak için, Darfur’un diğer krallıklar gibi bağımsız bir krallık olduğu üç asırdan daha öncesine gitmek istiyorlar. Ancak bu çarpık mantığı alıp uygulamamız, Sudan’ın tarihini bugünkü tanınmış sınırları içinde birleştiği andan geriye götürerek ülkeyi bölmek anlamına gelir. Bu mantık dünya genelinde uygulansa, tarih yeniden yazılmış, tüm haritalar yeniden çizilmiş ve sonu gelmeyen savaşların fitili ateşlenmiş olurdu.
Pek çok kayıt dinleyip Darfur’dan ve genel olarak Batı Sudan’dan çok sayıda insanın görüşlerini okudum. Bu insanlar, bazı Darfurlulardan ve kuzeylilere saldırmak için silahlı hareketlere katılanlardan çıkan bölgeselcilik söylemlerine karşı çıkıyorlar. Ancak Darfur’dan gelen bu tür bilinçli sesler hala çok az ve zayıf. Ülkenin birliğini korumak istiyorsak, kışkırtma kampanyalarıyla mücadele etmek, yalnızca kuzeylilerin değil, Darfurluların ve Sudan’ın bölgelerindeki tüm seçkinlerin daha fazla çaba göstermesini gerektiriyor.
Bölgecilik söylemini yükseltenler, Darfur halkının çoğunluğunu temsil etmiyor, aksine azınlık olduklarından adım gibi eminim. Darfur, Sudan’da ayrı bir yama gibi yaşamıyor. Halkının çoğu, Hartum da dahil olmak üzere Sudan’ın diğer bölgelerine taşındı ve burada halk ile kaynaşıp barışın hakim olduğu güvenli bir hayat sürdüler.
Aynı şekilde silah taşıyanlar da Darfur’un tamamını temsil etmiyorlar ve sorunlarını çözmeye hizmet etmekten ziyade daha fazla zarar veriyorlar. Bölge ve sorunları en güçlü şekilde, barışçıl siyasi eyleme katılan hatırı sayılır bilinçli elitler tarafından ifade edilmiştir. 1960’larda Darfur Kalkınma Cephesi’nin kurucusu ve başkanı merhum Ahmed İbrahim Dureyc buna bir örnektir. Dureyc önce milletvekili, sonra Ümmet Partisi’nden çalışma bakanı ve ardından 1968’de Kurucu Meclis’te (parlamento) muhalefet lideri olmuştur. Merhum Cumhurbaşkanı Cafer Numeyri döneminde de Darfur bölgesinin valiliğine atanmıştır. Buna ek olarak Devlet Başkanı Meclisi eski üyesi merhum Dr. Ali Hasan Taceddin, Dr. Adem Musa Madibu, Ümmet Partisi liderlerinden merhum Ahmed Akil ve Halk Kongresi Partisi Genel Sekreteri Dr. Ali el-Hac Muhammed gibi sayılamayacak kadar nice örnek vardır.
Sudan Halk Kurtuluş Hareketi/ Ordusu’nun (SPLM/A) vefat eden lideri John Garang, Sudanlıların Sudan kriziyle ilgili tartışmalarında aktardıkları konuşmalarından birinde, dışlanma kavramını düzelterek bu sorunun köküne inmiştir. Bunu Sudan seçkin kesimi, yönetim ve kimlik ile ilgili bir kriz olarak tanımlamıştır. O zamanlar yaptığı açıklamada, sorunun Darfur’un, Nuba Dağları’nın, Doğu’daki el-Beca’nın ya da Omdurman’daki el-Gallabe’nin sorunu olmayıp, Hartum’daki hükümetlerin ve yönetim şeklinin başarısızlığı olduğunu vurgulamıştır. Bence bu krizin doğru tanımıdır. Gerekli çözümler ülkenin parçalanmasına veya tekrar bölünmesine yol açmadan, kimlik ve kalkınma sorunlarının yanı sıra Sudan’ın yönetim şeklinin çözümüne ve arzulanan istikrarın yeniden kazanılacağı bir modele dayanmalıdır.
Güneyin ayrılması Sudan’ın sorunlarını nasıl çözmediyse, bazılarının talep ettiği Darfur’un ayrılması da sorunu çözmeyecek, aksine daha da kötüleştirecektir. Çünkü bu, diğer bölgelerin, aç gözlülerin ve pusuya yatmış bekleyen çok sayıda tarafın da ağzını sulandıracaktır. Bu durumda bu salgının Doğu’ya, Güney Kordofan’a veya Mavi Nil’e ve diğerlerine bulaşmasını ne engelleyecek?
Darfur’da büyük bir kabile çeşitliliği, uzun çekişmeler ve çatışmalar ve sınır ötesi müdahaleler var. Bu yüzden ayrılsa bile, bu, savaşlarının biteceği anlamına gelmeyeceği gibi, Sudan’ın geri kalanı için de güvenlik ve istikrarı garanti etmeyecektir.
Mevcut savaş karşısında hüsrana kapıldıkları anlarda bölücülük söyleminin tuzağına düşen kuzeylilere gelince, on yıllardır savaş, şiddet ve silahlı hareketler girdabından çeken Darfur halkının mevcut savaşta yaşananlardan nasıl sorumlu tutulabileceğini anlamıyorum.
Darfur ve bir bütün olarak Sudan, siyasi elitlerin başarısızlığının ve körü körüne koltuk yarışının kurbanıdır.