Bugün Lübnan'da, ülkenin 1970'lerin ortalarından beri tanık olmadığı bir kültür savaşı sürüyor. Dünyadaki özgürlük akımlarından etkilenmiş veya Batı'da yaşamış ya da kimsenin onlara nasıl düşüneceklerini, nasıl seveceklerini, ne izleyeceklerini dikte etmeye hakkı olmadığını hisseden çok sayıda genç erkek ve kız protesto seslerini yükseltmeye başladılar. 2019'da bu sesler bastırıldı, ancak art arda yaşanan trajediler onları yeniden diriltti.
Meseleler halihazırda sinema filmlerinden cinsel davranışlara, George Soros'tan eğlence kültürüne uzanan çatışma eksenlerine dönüşüyorlar. Siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle televizyondaki toplar susmazken, kültürel anlaşmazlıklar artık bu toplara daha fazla mermi temin ediyor.
Yine de şunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor; bu kültür savaşı, mevzilerinde sabit ve kalıcı olan mezhepçi veya partizan taraflar tarafından yürütülmüyor. Çünkü bir mezhepçi veya siyasi referanstan duyduğumuz katı ve hoşgörüsüz söylemler, başka bir mezhepçi veya siyasi referanstan duyduğumuzla aynı olabiliyor. Ama aynı zamanda iki referans, çeşitli temel konularda düşmanlık veya ayrılık içinde de olabiliyor.
Tüm mezheplerde en katı ve hoşgörüsüz taraflar, her zaman dinler ve değerler arasında ortak olduğunu düşündükleri şeylere dayandıkları için, bu anlamda kültür savaşı mezhepçi-siyasi savaşla özdeş değil. Kültüre yönelik halihazırdaki kampanyasında peygamberleri kendi şahsında toplamayı ve onların diliyle konuşmayı seçen Lübnan Kültür Bakanı'nın yakın zamanda yaptığı da tam olarak buydu.
Ancak düzeltmeler, Hizbullah’ın özel, farklı ve çok nedenli sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Hizbullah bu oyunu karşılayacağı alanı şekillendirdi. Hizbullah, din adamı ile siyaset adamı arasında tam bir uyumluluk hali olmasının yanı sıra, genel Lübnan yaşamının gündemini belirleyen, başkalarını eylemlerine tepki vermeye yaklaştıran bir taraf. Siyasi ve askeri dünyasının yanı sıra kültürel dünyasını da şekillendirme aşamasını tamamladı. Kendisi ritüel ve mezhepsel özgüllükleriyle şişkin paralel bir toplum modeli ve bu da onu gizli ve kalıcı bir kültürel savaşın içine sokuyor. Al-Manar adlı televizyon kanalını yarım saat izlemek, onun kültür alanında her türlü farklılığı dışladığını ve reddettiğini teyit etmek için yeterli. Direnişte kendisine destek olmak isteyen solcular ile anti-emperyalistleri bile değerler açısından teptiğini görüyoruz. Her kenetlenmiş ve içe kapalı doktriner yapı gibi, dini konular kadar dünyevi hayatın tüm meselelerinde Genel Sekreteri’nin sık sık deklare ettiği kesin cevapları var.
Mahsa Amini'nin öldürülmesine, kadın, başörtüsü, kadına yönelik cinsel şiddetin İran’da başlıca konulara dönüşmesine ek olarak entelektüelleri, yapımcıları ve eğitimcileri hedef alan baskının artmasından sonra, İranlı yetkililerin ruh hali büyük olasılıkla bu istisnai saldırıyı daha çok onaylar hale geldi.
Hizbullah ayrıca yaydıkları ile kültürel gerilim atmosferini canlandırıyor. Olan bitene uzak ya da yakın bir arka plan oluşturan iki atmosfer yayıyor. Birincisi, normalleşme ile mücadele başlığını taşıyan baskıcı bir atmosfer ve bu konudaki yargılar sınır ve kontrol tanımıyorlar. İkincisinin başlığı ise Batı'ya, değerlerine karşı çıkmak, kültürü ile Hizbullah ve takipçilerinin reddettiği politikalarını birbirine bağlamaktır. Bu iki atmosfer çok fazla zehirle doldurulmuş.
Bir başka nedenden dolayı da Hizbullah’ın sorumluluğu diğer gericilerin sorumluluğundan daha fazla. Bu neden, silahın varlığının yarattığı gerilim, korku ve seferberlik atmosferinin, aydın ve yenilikçi fikirlere gelişmek için standart zamanı tanımamasıdır. Bu, her bir dini grubu ve mezhebi, içindeki en kötü ve gerici şeyleri kusmaya itiyor. Buna karşılık, dini grupların korkularının gölgesinde din adamlarının doğruyu, yanlışı, helali, haramı belirlemedeki ağırlığı artıyor.
Ancak Lübnan gibi bir ülkede kültür ve özgürlüklere savaş açmak, herhangi bir ülkeye göre daha maliyetli olabilir. Lübnan, üniversitesi, yayınevleri, basını, sineması, tiyatrosu ve televizyonu olmadan, sadece ekonomik değil, anlam olarak kanadı kırık bir ülkedir.
Kültür karşıtlığı, bu durumda, ekonomide, siyasette, yargıda, eğitimde ve bir zamanlar var olan bir arada yaşama alanında muzdarip olduğumuz ve olmaya devam ettiğimiz felaketlere eklenen bir felaketten başka bir şey değil. Bu nedenle kültürün, yoluna çıkan her şeyi yok eden barbarca bir saldırıdan kurtulması tuhaf olurdu.
Ancak 1975 öncesi siyasi dönemler, bu gerçeğin farkında olmaları ve bu konudaki hassasiyetleri nedeniyle, yukarıdan dayatılan resmi ideoloji fikrini reddetmişlerdi. Direnişin yüceltilmesi, Baasçı Lübnan Araplığı ve diğer şeyler bize bulaşmadan önce ne yasak tabular vardı ne de siyasi sistemin kültürel olarak kendini yansıtmasına izin verilmişti. Durum şu ki, izolasyonist kültürün sembolleri diye tanımlananlar, “izolasyonist” dönemde bile çoğu neredeyse hiciv veya karalama niteliği taşıyan eleştirilere maruz kaldılar. Bu, Mişel Şiha, Kemal el-Hac, Şarl Malek, Rahbani kardeşler ve diğerleri için de geçerli.
Bugün ise tabular saldırılarına devam ediyor, özgürlükler de asil direnişlerini sürdürüyorlar.