Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Suriye çöküş tehlikesiyle karşı karşıya!

Ağustos 2023'teki Suriye tablosu, Suriye devriminin başladığı Mart 2011'den bu yana en karanlık tablo gibi görünüyor.

İç ve dış faktörler tabloyu daha da karanlık hale getirmekte rol oynuyorlar.

Nadiren bir araya gelen Suriye ve çevresindeki iç/dış güçlerin mücadeleleri, tabloyu her zamankinden daha karmaşık hale getiriyor.

Geçmişte Suriye meselesini ele alma veya çözme fikrini kuşatan zorluklara kıyasla bu tablo ile başa çıkmayı veya aşmayı çok daha zor hale getiriyor.

En önemli dış faktörler, uluslararası çözüm iradesinin yokluğunun devam etmesi ve en kötüsü de buna herhangi bir çözüme dair bahsin eşlik etmemesi.

Nitekim geçtiğimiz yıl ortaya çıkan girişimlerin hepsinde geri adım atıldı.

Daha az önemli olmayan bir diğer gösterge ise Suriye'nin doğusunda askeri çatışma olasılığını artıran askeri yığınak. ABD’nin öncülüğündeki bu yığınağın amacı, İran ve ona bağlı milislerin kontrolünde olan Irak ile Suriye arasındaki açık sınır koridorunun kapatılması.

Üçüncü önemli gösterge, ABD-Türkiye yakınlaşması dahil olmak üzere dış/iç güçler arasında formüle edilmeye başlanan yeni ilişkiler.

Bu yeni ilişki formülünde ne Washington Fırat'ın doğusunda desteklediği Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) terk ediyor, ne de Türkiye, Fırat'ın batısında kontrol ettiği bölgelerdeki vekil güçlerinden vazgeçiyor. Dahası desteklediği Suriye Milli Ordusu’na (SMO) bağlı militanları, Suriye'nin doğusunda İran’ın kullandığı geçiş koridorunu kapatmak için ABD önderliğinde İranlı milislere karşı savaşabilecek güçlere katılmaya itiyor.

Önceki faktörlerin önemine rağmen, Suriye'nin durumundaki değişiklikler üzerinde en büyük etkiye sahip olan iç gelişmelerdir.

Bunların başında da bazılarının (rejimin kuluçka merkezi) saydığı Akdeniz Sahili bölgesi ile Suriye'nin güneyi (Dera ve Suveyda) dahil olmak üzere Suriye rejimi tarafından kontrol edilen bölgelerde yaşanan gelişmeler geliyor. 

Bu iki bölge arasında da iş insanlarının sahneden çekilip başka ülkelere göç ettiği başkent Şam yer alıyor.

Son dönemdeki bu iç gelişmelere bakışın en önemli giriş noktası, Suriye rejiminin son 10 yılda aşama aşama pekiştirdiği politikasının özüne dönüşle başlıyor.

İlk aşama, rejimin kontrolü altındaki bölgelerde güvenlik kontrolünü sıkılaştırmak, destekçilerinin mevzilendiği bölgelerde ise arttırmak oldu.

İkinci aşama, müttefikleri İran ve Rusya'nın çerçeveleri dışında herhangi bir taviz vermemekti.

Üçüncü aşama, Captagon üretimi ve ticareti, devlet şirketlerini özelleştirilmek ve destekçilere satmak, iş insanlarına vergi ve haraçlar dayatmak, yakınları ve akrabaları dahil mallarına el koymak dahil olmak üzere herhangi bir şekilde daha fazla para elde etmekti.

Buna karşılık rejim, Suriye para biriminin değerini düşürmeye yönelik herhangi bir adım atmadı ki bu da çalışanların gelirlerinin çökmesi, onları asgari geçim ihtiyaçlarını karşılayamayan, haklarını talep etmekten aciz zayıf köleler haline getirmek demek.

Bu politika sürdürülürken ve aralarındaki yoksulluk oranı yüzde 90'ı aşan Suriyelilerin çoğunun kötüleşen ekonomi ve nefes aldırmayan yaşam koşulları gölgesinde, hükümet çalışanların ücretlerini iki kat artırdı.

Ne var ki bu artışı akaryakıt sübvansiyonlarını kaldırma kararı takip etti. Bunun sonucunda mal ve hizmetlerin fiyatları yükselerek iki katına çıktı, hatta bazıları üç katına ulaştı.

Bu, rejimin kontrolündeki bölgeleri ekonomi, geçim ve insani açıdan yaşadıkları felaketin içine daha da itti.

Rejimin kontrol ettiği bölgelerde hakim olan umutsuzluk ve hayal kırıklığı atmosferi dışında bu gelişmeler iki tür toplumsal harekete yol açtı.

Birincisi, hem siyasi hem ekonomik başta olmak üzere sektörel bir hareketlenme.

İkinci tür hareketlenme ise genel olmakla birlikte bölgeleri, şehirleri ve köyleri kapsadı.

Her iki türde de siyasi, ekonomik ve sosyo-yaşam faktörleri ortak ve örtüşüyor. Birinci tür hareketlenmede en önemli husus, Şam'da bilindiği gibi uzun süre sessiz kalan ve rejimin suyuna giden iş insanı ve tüccar çevrelerinde görülmesiydi.

Bu kesim artık çalışma şartlarına ve zorluklara, yağma politikasına ve üzerlerindeki baskılara, alım gücünün zayıf olmasına dayanamıyor. Bütün bunlar onları işlerini tasfiye etmeye, mülklerini satmaya ve yeni bir hayata başlamak için başka ülkelere göç etmeye yöneltti.

Bu durum, Halep'teki iş insanları ve tüccarların son iki yılda başına gelen, yüzlercesini göç etmeye sevk eden olayların bir tekrarı. O dönemde savaş zenginleri onların mülklerini satın almışlardı, şimdi de aynı şey Şam'da yaşanıyor.

İkinci tür genel hareketlenme ise, Suriye'nin güneydeki iki şehrinde yaşandı. Bunların ilki 2011 Devrimi’nin beşiği olarak nitelendirilen Dera, ikincisi de Dürzi toplumunun Suriye'deki ana kalesi olan Suveyda şehri.

Suveyda’da genel grev ve yol kesme fikri öne çıkarken, siyasi taleplerden ziyade geçim ve toplumsal taleplerin hakim olduğu gösteriler düzenlenirken, komşusu Dera'da tam aksine, geçim taleplerinin yanı sıra siyasi taleplere de odaklanıldı.

Her iki durumda da güneydeki toplumsal hareketler, kötüleşen yaşam koşullarını ele almak için değil, Suriye'de kapsamlı bir çözüm için baskı yapan bir halk hareketini yansıtıyor.

İkinci tür toplumsal hareketin seyri, genel hoşnutsuzluğun yanı sıra, Suriye'de ve gurbette yaşayan rejim destekçileri arasında da eleştirilerin ve muhalefetin artmasına yol açtı.

Bazı rejim yanlılarının medya ve sosyal medyadaki açıklamaları, kötü yaşam koşullarının ötesine geçerek, bundan rejimi sorumlu tutma, dahası rejimin Suriye'nin tamamen yıkımına yol açan politikalarını ve liderlerinin uygulamalarını protesto noktasına ulaştı.

Devam eden birçok gelişme ve toplumsal hareketin ortasında, rejimin politikaları ve çözüm önerilerini reddettiği göz önüne alındığında, Suriye’nin, topyekûn çöküşe giden bir süreç ile çöküşü durdurmayı amaçlayan süreç arasındaki bir çatışmanın içinde olduğu söylenebilir.

Suriyeli grupların ve kesimlerin temsil ettiği ikinci süreç, çöküşü durdurmaya yönelik tedbirler almaya, kapsamlı bir çözümün kapılarını aralamaya çalışıyor.

Mevcut durum ve koşullara dikkat edilmediği, rejim üzerinde baskı oluşturulmadığı, toplumsal hareketler desteklenmediği, iç ve dış düzeyde kendisine dayanak olunmadığı takdirde, çöküş felaketinin yaşanması neredeyse kesin ve bu çöküşün bölge üzerindeki etkileri sert ve çetin olacak.