Mustafa Kazımi
Irak eski Başbakanı
TT

Yeni Maşrık: Hâlâ fırsat var

İki yıl önce bu günlerde barış Bağdat'ı dünyanın ilgi odağıydı. Olağanüstü bir zamanda, eskiden beri düşündüğüm ve Irak Cumhuriyeti’ni çevreleyen ülkelerin liderleri olan kardeşlerimle birlikte bunu başarmak için çok çalıştığım bir genel yarar uğruna keskin çizgileri aşan bir gündemle olağanüstü bir zirve düzenlendi. Zirvenin bölge halklarımıza hizmet edecek, bizi kalıcı gerginlikten istikrarlı sükunete götürecek, anlaşmazlıkları yeniden düzenleyip ortak vizyonlara dayanan çözümlere ulaştıracak yeni bir durak olmasını istedik. Bu, anlık hesapların ötesine geçen ve yakın gelecekte halklarımızın çıkarlarına hizmet edecek ekonomik, siyasi ve kültürel projelerin ortaya konulması gerektiği anlamına geliyordu.

İkili, üçlü ve kolektif tartışmalarda fikirler, tezler ve projeler gündeme getirildi, ancak bana göre bunların en öne çıkanı Yeni Maşrık’tı (Levant) ve çekirdeğini Irak Cumhuriyeti, Ürdün Haşimi Krallığı ve Mısır Arap Cumhuriyeti arasındaki üçlü ekonomik iş birliği oluşturuyordu. Arap çevremizden geçerek Batı Asya'dan Güneydoğu Avrupa'ya, tüm bölgesel potansiyeller ve kapasiteler için cazip bir model, bu coğrafyanın halklarının ve ülkelerinin yararına bir yatırım teşkil ediyordu. Çokça aklıma gelen bu fikrin detaylarının formüle edilmesinde, yaklaşık 10 yıl önce konuyla ilgilenen birkaç arkadaşım bana ortak olmuştu. Ülkelerimizi en güçlü olmasa da en önde gelen ekonomik güçlere dönüştürecek, entegre bir ekonomik projede el ele vermek "gerçekçi" bir hayaldi.

Yaklaşım, mevcut kapasite ve potansiyelleri, coğrafi konumu, siyasi etkiyi ve mevcut insani yetenekleri gözlemleyerek başladı. Gerçeği söylemem gerekirse, 2020'den sonra Bakanlar Kurulu'na başkanlık etme görevini üstlenmemle birlikte bu öneri çok gelişti. Liderlerin iş birliği ve ortaklığa dayalı bir vizyona göre boşlukları dolduran, karşıtlıkları ortadan kaldıran entegre bir projede ilerleme isteğine paralel olarak yaklaşım daha fazla doğru verilere dayalı hale geldi. O dönem yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde karmaşık koşullara sahne oldu ve bu durum, Irak ve çevresini tüneller ve hendeklerden çıkarıp ortak çalışma ve iş birliği alanlarına taşıyacak benzer bir projeye acil ihtiyaç duyması nedeniyle - benim açımdan- ilerlemek için büyük bir motivasyon oluşturdu.

Niteliksel değişimler ve büyük adımlar her zaman itirazlarla ve korkuyla karşılandığı için, pek çok yerel ve dış güçle derinlemesine diyaloglara girmek gerekliydi. Paradoksal olarak, bazı yurttaşlarımın bunu ekonomimize zarar verecek bir proje olarak gördüğü bir dönemde, Irak'ın kardeşleri ve komşuları bu proje konusunda çok hevesliydi. İtirazların nedeni, bilindiği gibi verilere ve rakamlara dayanan ekonomik fizibilitenin bu görüşü hiçbir şekilde desteklememesiydi. O anda Irak'ın katılacağı herhangi bir bölgesel proje konusunda iç hassasiyetlerin olduğunu hissettim. Bölgesel iş birliği projelerinin ülkeyi zayıflattığı ve ortaklara hizmet ettiği yönünde bir algının yerleşmesinin sebebi, başarısız deneyimler ve yanlış anlamaların biriktirdiği kanaat idi.

Burada biraz geriye, çağdaş tarihimize dönmemiz gerekiyor. Geçen yüzyılın ellili yıllarında başbakan Nuri el-Said, iki ülke, yöneticiler ve halklar arasındaki geniş ortak alanlara dayanarak Irak ve Ürdün arasında bir Haşimi Birliği projesi önermişti. Birlik projesini ABD'ye bağlı bölgesel ittifaklar politikasına dahil olmak şeklinde tasvir eden şiddetli yerel muhalefete rağmen, Nuri Said, her yolu kullanarak projeyi başarıya ulaştırmaya çalıştı. Ne var ki karmaşık iç koşullar ve dış güçlerin tahrik ettiği sınırlı yerel görüşler, projesini gerçekleştirmesine engel oldu.

Nuri Said, Irak'ı İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan uluslararası ilişkiler sistemine ve yeni oluşturulan bölgesel sisteme dahil ederek, bölgede ve dünyada daha büyük bir konum edinmesini ve etkili bir rol oynamasını sağlamaya çalıştı. Güç dengelerini ve denklemlerini anlıyordu. Irak'ın, Ürdün'ün ve çevre ülkelerin güçlerinin ve aynı zamanda potansiyellerinin çok iyi farkındaydı. Ülkeyi çevreleyen ani değişikliği anlamıştı. Irak'ın bir şeye sürüklenmesini ve yenilmesini istemiyordu. Projesi, Irak'ı tek devlet statüsünden çıkarıp bir sistem devleti statüsüne taşımayı amaçlıyordu. Nuri Said dersi önümdeydi. Yeni Maşrık projesine yönelik şüphecilik ve itirazlar, Irak siyasi elitinin geniş bir kesimini kontrol eden kompleksten kaynaklanıyordu. Bu kompleksin siyasal olmaktan ziyade, okuma koşullarına ve dönüşümlere dayanan toplumsal bir özelliği var. Irak'ta bölgesel ortaklıklara girmenin, ülkenin zenginliklerini ve nesillerinin geleceğini ortaklarının yararına heba etmeyi amaçlayan dış emellere teslim olmak olduğu yönünde bir algı var. Bu kompleks bölgemizdeki köklü siyasi aklı kontrol ediyor ve yönetici ile halkının geniş bir kesimi arasında bir ortak nokta oluşturuyor. Tedavisi tarihi ve tecrübeleri okumak, bunları iz düşümler çizerek değil,  uygun olanı seçip geliştirerek anlamak, tartışmalardan kaçınmak ve bunları diyalog ve sakin eylem yoluyla ortadan kaldırmakla bağlantılıdır.

Benim şahsi kanaatimce bu kompleks, siyaset dünyasına bireysel bakıştan kaynaklanıyor. Ülkeler arası ortak projelere sanki bir grup insanın ticari projesi, daha fazla kazanamayanın kaybedeceği bir şey olarak bakanlar var. Bazı elitlerin yaklaşımındaki bu izdüşüm, onların siyasi davranışlarına da yön veriyor. Onlar kamu yararına bir bütün olarak anavatan perspektifinden değil, kişisel çıkar ve elde edilen kazanımların büyüklüğü perspektifinden yaklaşıyorlar. Irak'ı ve bölgeyi yöneten bazı isimlerin siyasi deneyimlerini okuduğumuzda bu yaklaşıma temas ederiz. Devletler ve halkların geleceği bireysel vizyonla inşa edilemez, aksine ortak planlamayı ve daha derin bir tarih ve jeopolitik anlayışı gerektirir.

Ne yazık ki, bu bireyci vizyona inananlar (ki bunlar çoktur), devletlerin vizyonları ve mantığı hakkında düşünmeyi reddediyorlar. Bu vizyonlar, herhangi bir iş birliğinden veya ortaklıktan kümülatif olarak elde edileceklerin, herhangi bir kazancı kaybetmekten veya elde edememekten daha iyi olduğunu- kararlı bir şekilde – söylüyorlar. Oysa günümüzde ülkeler arasında iş birliği ve ortaklık alanlarının genişletilmesine yönelik bir hamle var ve birkaç gün önce Güney Afrika'da yaşananlar ve bölgedeki bazı ülkelerin BRICS grubuna katılması bunun kanıtı.

Bir başka örnek verelim, o da Avrupa ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ile olan deneyimleridir. Avrupa ülkeleri, en çok ABD’nin yararlanacağını bilmelerine rağmen Marshall Planı'nı kabul ettiler. Avrupalı ​​liderler, bu projenin tuzağına düşerek ölümcül bir hata yaptıklarını düşünen "Doğulu" politikacılar tarafından sert bir şekilde eleştirildiler. Buna karşılık Batı ekseninin o dönemdeki Avrupalı ​​liderleri projeye olumlu bakıyorlardı. Aralarındaki bu karşıtlığın sebebi, bireyin- bireylerin çıkarı ile devletin çıkarı (ve onu kurtarmak) arasında, durumu değerlendirirken kullanılan kriterdir. Bunca yıldan sonra soru şu; Avrupalı ​​liderler bu projeyi kabul ederek ülkelerini kurtarabildiler mi? Bunun yanıtı, geçtiğimiz on yıllarda orada gerçekleşen kalkınmanın boyutuna dair gözlemlerde saklı.

Bölgemize geri dönelim ve deneyimlerini derince düşünelim. Onlarca yıl süren silahlı ve silahsız çatışmalardan sonra ilericilik savunucuları nerede? Yankı uyandıran milliyetçi söylemler, ülkelerimizin ve halklarımızın yararına nasıl bir kalkınma sağladı? Bazı liderlerin arzularını ve komplekslerini tatmin etmek uğruna daha fazla kapasite ve kaynağı feda etmemiz ve çocuklarımızı gelişimden mahrum bırakmamız mı isteniyor? Benzer söylemlerle ama izolasyonumuzu artıran yeni bir terminoloji mi sunmamız gerekiyor?

Çevredeki güçlü deneyimler, özellikle Arap Körfez devletlerinin deneyimleri, üzerinde düşünülmeyi ve övülmeyi hak ediyor. Bu deneyimler sadece Arap ülkeleri değil, Batı Asya'dan Güneydoğu Avrupa'ya kadar uzanan bölge ülkelerinin de gelişen deneyimleriyle bütünleşmeye hazır. Böylece siyasi denge yaratan, tehlikeleri önleyen, anlaşmazlıkları uzlaştıran ve halklarımıza umudun hâlâ var olduğuna dair güven veren bir ekonomik entegrasyona ulaşabileceğiz. Bütün bunlar diyalog dili, açık sözlülük, uzlaşma, küçük bloklar halinde kurulup, etkisi ve nüfuzu olan büyük bloklar haline gelen iç içe geçmiş çıkarların anlaşılmasıyla gerçekleşecek.

Son iki yıl içinde siyasi elitlerin pek çoğunun sınırlı bakış açısı nedeniyle sıkıntılar çektim. Koşullara ve zorluklara rağmen bu projeyi hayata geçirmek için çabalarımı sürdürdüm. Çünkü Irak'taki kalkınmanın ekonomik ve siyasi entegrasyona dayalı bölgesel bir projeyle sağlanacağına inanıyordum ve hâlâ da inanıyorum. Ben projeye bireysel gözle değil, devlet gözüyle bakıyordum. Bu şekilde Irak ve çevresini içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarabilir, ortak hareket başlangıçlarıyla iç krizleri aşabiliriz. İhtiyacımız olan inanç ve vizyon, irade ve eylem, fırsatlara bağlılık ve yatırımdır, aksi takdirde tarih bize merhamet etmeyecektir.

Bu çalkantılı dünyada, hayallerindeki gibi bir “vatan isteyen” nesillere, atalarımızın sunduklarını korumak tarihin üzerimizdeki hakkıdır.

***

Kendisine biraz zaman ayırmaya yönelik çekingen girişimlerime rağmen, verdiğim aradan sonra gazeteciliğe ve yazmaya geri dönüyorum.

Yazmaya geri dönmek kolay değil. Gazeteci, silahının kalemi ve sözleri olduğuna inanır. Ben de sözün daha güçlü, daha doğru ve daha etkili olduğuna inanıyorum.