Dr. Nassif Hitti
TT

Afrika: Darbeler çağı geri mi döndü?

Gabon'daki darbe ve ondan önce de Nijer'deki darbenin sonrasında gözlemciler ve Afrika meseleleriyle ilgilenenler yukarıdaki soruyu sıklıkla sormaya başladılar. Zira son iki darbeyi de eklersek, son üç yılda Gabon ve Nijer'in yanı sıra Burkina Faso, Sudan, Gine ve Mali olmak üzere altı ülkede sekiz darbe yaşandı. Hatırlatmak gerekirse; Afrika Kıtası 1960-2012 yılları arasında 200'e yakın darbeye tanık oldu.

Darbelerin nedenlerinden biri sömürge döneminin sona ermesinden sonra bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerde iktidar konusundaki yoğun rekabet. Her ne kadar Afrika Birliği 2017 yılında anayasaya aykırı iktidar değişikliğine karşı çıkan bir anlaşmayı kabul etmiş olsa da bu anlaşma, kabulünden sonra gerçekleşen bahsettiğimiz darbelere karşı caydırıcı olmadı. Nijer ve Gabon darbelerini karşılaştırdığımızda Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in, darbeyi meşrulaştırmadan, Gabon'daki seçimlerde yaşanan büyük usulsüzlükler olduğunu söyleyerek bu ülkedeki darbeye hafifletici sebepler bulması dikkat çekiciydi. Yaklaşık 55 yıl boyunca Gabon'u yöneten Bongo ailesinin devrilmesinin ardından darbeciler, ucu açık ve ne zaman biteceğini kimsenin bilmediği bir geçiş döneminin ardından özgür seçimler düzenleme sözü verdi. Ancak darbeler tarihinden alınan bir ders var, o da hangi başlığa bürünürse bürünsün geçiş döneminin kalıcı bir döneme dönüşebileceğidir. Farklı şiddet dereceleri ve farklı başlıklarla darbeler ve iç savaşlar, Afrika bölgesinde yeniden siyasi yaşamın bir özelliği haline geldi. Son dönemde bahsettiğimiz darbeleri üç özellik karakterize ediyordu. Birincisi, darbe liderleri, geçmişte yaşanan bahsettiğimiz darbelerin liderlerine göre nispeten daha genç. Bu darbeler aynı zamanda önceki darbelere göre daha az şiddet içeriyor ve bazen geçmişte aynı ölçüde olmayan halk desteğine sahipler.

İlginçtir ki geçen yıl yüzde 3,8 olan Afrika kıtasındaki büyüme oranı bu yıl yüzde 4,1'e ulaşacak ve küresel ölçekte büyüme oranında Afrika kıtasını sadece Asya Kıtası geçiyor. Ancak bu gelirin nüfusun tamamına adil bir şekilde yeniden dağıtılmaması durumunda büyüme oranı yetersizdir. Gençlerin sayısının toplam nüfusa oranı açısından demografik bileşen de çok umut verici, tabii ki iyi kullanılırsa. Afrika’da genç nüfus oranı, dünyanın diğer bölgelerine göre çok yüksek ama eğer doğru kullanılmazsa bu hiç şüphesiz iki ucu keskin bir kılıca dönüşebilir. İşsizlik oranının ve bunun sonucunda ortaya çıkan sosyal marjinalleşmeyle birlikte sosyo-ekonomik farklılıkların keskinliğinin artması, farklı boyutlardaki gerilimlerin düzeyini yükseltecek. Kendi topraklarında düzgün bir yaşam elde etmenin imkansızlığından kaçmak için yurt dışına çeşitli şekillerde göçün oranı da artacak. Kaldı ki Akdeniz, bu yurt dışına kaçış sürecinde yaşanan trajedilere şahit oluyor. Şiddetli iklim değişikliği ile birlikte su kıtlığı, yaşamak ve çalışmak için uygun suyun sağlanması konusundaki yatırım eksikliği, insanları göçe iten en önemli faktörler arasında yer alıyor. Buna birçok durumda iktidarı tekeline alma ve kişiselleştirme süreci ile çoğu durumda iyi bir yönetimin yokluğu ve ülkede giderek artan ekonomik uçurum ekleniyor. Tüm bunlar çeşitli şekillerde gerilimi artıran unsurlar. Gerilim ise istikrarın bozulmasına ve bir ülkede farklı başlıklar altında yürütülen çatışmaların artmasına katkıda bulunuyor. Dünya Gıda Programı istatistiklerinin korona salgınının patlak vermesinden sonra açlık oranının yaklaşık yüzde 20 arttığını gösterdiğini de hatırlatalım. Bu nedenle yetersiz beslenmeden muzdarip yaklaşık 230 milyon insan var. Petrol rezervleri, çeşitli maden kaynakları ve belirttiğimiz gibi genç insan zenginliğiyle Afrika Kıtası’nın, çeşitli boyutlarıyla ve ulusal, bölgesel düzeyde istikrar ve refahın sağlanması için zorunlu olan kapsamlı insani gelişme sürecinde güçlü bir başarı elde etmesi gerekiyordu. Bugün Afrika, toprakları üzerinde yoğun bir uluslararası rekabete sahne oluyor. Fransa, eski kolonileriyle ilişkilerinin özgüllüğüne, karmaşık ve son derece hassas doğasına rağmen, Afrika'daki konumunda ve dolayısıyla rolünde bir düşüşe tanık oluyor. Son zamanlarda Nijer'de olup bitenler ve bir dereceye kadar Gabon'da da olması beklenenler bunun en iyi kanıtı. Afrika'nın Sahel bölgesinde Paris'in rolü ve konumu geriliyor. Afrika kıtasındaki diğer büyük güçlere gelince, aralarındaki rekabet yoğun olacak. Çin, Afrika'nın birinci ekonomik ortağı. Wagner paramiliter grubunun çatışma ve gerginlik alanlarında nüfuzunu artırma stratejisinde kilit rol oynadığı Rusya da Afrika'ya döndü. ABD bir yandan azalan nüfuzunu sürdürmeye çalışırken, diğer yandan doğrudan önemli ölçüde bulunmadığı alanlara doğru nüfuzunu genişletmeye çalışıyor. Avrupa Birliği, coğrafi ve tarihsel yakınlık nedeniyle ‘Afrika arenasından’ en çok etkilenen olsa da Afrika'daki duruma doğrudan bir etkisi bulunmuyor. Nijer krizi ve tarihi Fransız varlığını deviren darbeyle (durumu henüz istikrara kavuşmamış olsa bile) başa çıkma yöntemi, gelecekte uluslararası toplumun mevcut ve Nijer krizine belli bir dereceye kadar benzeyen başka krizlerle nasıl başa çıkacağına dair birçok gösterge barındırıyor. Zira Nijer'de meydana gelen darbeye karşı askeri eyleme başvurma tehdidinde bulunan Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), resmi olarak duyurmasa da bu krize çözüm bulmak için diplomatik girişimlere yöneldi. Cezayir de arabuluculuk hattına güçlü bir giriş yaptı. ABD'nin tutumu farklı ve aynı zamanda Batı ve Avrupa için büyük stratejik öneme sahip yerlerde meydana gelen bir krizde stratejik Fransız müttefikinin tutumunu destekleyici görünmüyor. Öte yandan Çin, Nijer krizinin getirdiği değişimlerden ve ortaya çıkaracağı uzlaşıdan gelecekte yararlanmak için diplomatik cephe üzerinde çalışıyor.

Sonuç olarak Afrika Kıtası, bahsettiğimiz ve doğru şekilde kullanılması, yatırım yapılması halinde, ülkelerine güvenlik ve refah sağlayabilecek kapasitedeki devasa bir maddi ve insani potansiyele sahip bulunuyor. Ancak bazı durumlarda iktidarın doğası, istikrar ve bununla birlikte refah yaratmak için son derece önemli olan reform sürecine engel teşkil ediyor. Bu da kontrol altına alınabilecek ama işaret ettiğimiz kökleri koparılmazsa bitirilemeyecek farklı derece ve formlarda daha fazla iç gerilime yol açıyor.

Konumu ve bu rolleri oynama kapasitesi nedeniyle cazip olan Afrika Kıtası’na yönelik dış rekabet, aynı zamanda mutlaka bir gerilim unsuru olmama gücüne de sahip. Aksine dış rekabet iyi yönetilirse ve ilgili Afrikalı taraflar kendisi ile nasıl başa çıkacağını bilirlerse, istikrar ve her türlü bölgesel uluslararası iş birliği için destek unsuru olabilir.