Bir gün ünlü bir şahsiyet beni kahve içmeye davet etti. Davet baştan çıkarıcıydı, çünkü kendisi dünyanın en önde gelen oyuncularıyla yakınlaşma imkânı bulan ve insanları, koşulları ve aşamaları okuma yeteneğinden yoksun olmayan biriydi. Bir yöneticinin başarı kriterinin ülkesinin koşulları üzerinde iz bırakmak olduğunu söyledi. Bunu, yani iz bırakmayı da dönüm noktalarında ortaya çıkan, ülkelerinin ve halklarının kaderini değiştirecek kararlar alma cesaretine sahip olanlar yapabilir. Parmak izlerinin mutlaka pozitif olması gerekmiyor, ancak tarih güç kullanarak, yok ederek ve çökerterek kendi içinde bir yer edinmeye çalışanlara karşı merhametli değildir.
Tarih felaketler yaratanları yargılar, geri kalmışlıkla, yoksullukla ve içe kapanmakla mücadele edenlerin ise parlak resmini korur. Muhatabım, doğal kaynaklara sahip olmayan bir ülke olan Singapur halkının kaderine damgasını vuran Lee Kuan Yew'i örnek verdi. Ayrıca bazı parmak izlerinin, coşkulu destekçiler ile kararlı muhalifler arasında bir ihtilaf kaynağı olmayı sürdürdüğünü söyledi. İmam Humeyni'yi örnek vererek, onun İran halkı ile bölgedeki bir avuç harita üzerindeki parmak izlerinin inkâr edilemeyeceğini söyledi. Ayrıca Cemal Abdunnasır'ın da Mısır halkının ve onun fikirlerinin, pozisyonlarının dokunduğu bir avuç haritanın kaderine damgasını vurduğunu belirtti.
Parmak izlerinin daha sonra sıkı bir teste tabi tutulduğuna dikkat çekti; liderin politikaları insanların yaşamlarını iyileştirmeye ve onları geleceğin zorluklarıyla yüzleşmeye hazırlamaya katkıda bulundu mu? Liderin karizması parlak manşetlerden ve heyecan verici konuşmalardan ekmek, iş fırsatları ve saygınlık sağlayan projelere mi dönüştü? İlerleme mantığına karşı çıkan parmak izlerinin, tarihin nehriyle ve insanların ihtiyaçlarıyla ekmek, iş fırsatları, onurlu yaşam, ilerleme, istikrar ve refah özlemleriyle hızla çarpıştığına dikkat çekti.
Parmak izi fikri dikkatimi çekti ve üzerinde düşünmeye başladım. Bir gazeteci olarak Vladimir Putin'in Rusya Federasyonu'nu ölümcül radyasyon yüklü ırksal, etnik ve dini çatışmalara sürükleyebilecek parçalanma rüzgarlarından kurtardığında, Rusya'nın ve dünyanın kaderine damgasını vurduğunu düşündüm. Mağlup Rusya'nın parçalarını toplayıp ona büyükler masasında saygın bir konum kazandırdığında da onun kaderinde iz bıraktı. Ne yazık ki bugün Ukrayna'daki savaşa damgasını vuruyor ki bu, Sovyet döneminden yaralı ve zayıf çıkan Rusya'ya daha önce sunduğu olumlu şeyleri yok edebilir. Şi Cinping'in Çin'in ve dünyanın kaderine damgasını vurduğunu düşündüm. O, 700 milyon Çinliyi aşırı yoksulluğun hapishanesinden kurtaran, ağırlığı, devasa bir proje olan Kuşak ve Yol projesini aşan bir ülkenin güçlü lideri.
Ülkelerin kaderini değiştirmek zorlu bir iştir. Bazen bekleyiş uzun sürebilir. Değişimin ikna edici, çekici ve teşvik edici bir fikre, insanları hayaline dahil etme vizyonu ve yeteneğine sahip yetenekli bir kişiye ihtiyacı vardır. İnsanların, özellikle genç ateşli ve kararlı iradeli kişilerin hayale dahil olması değişimi yaratır. Büyük çalıştayın iyi yönetilmesi, hayallerin geçerliliğini ve çoğalmasını doğrulayan rakamları sunar. Ülkesinin uzun zamandır beklediği bir göreve seçilmiş gibi görünen, hayal gücünü harekete geçiren ve ülkesinin geleceğe giden yolda daha güçlü, iyi ve dayanıklı olabileceğine güvenen bir kişi göründüğünde, işte o zaman dönüm noktası yaşanır. Bu kişinin hayalleri ve rakamları kapıları çalarak arkasında yaşayanları dönüşüm, değişim ve ilerleme hayalini geri dönülemez bir karara dönüştürdüğüne ikna ederse dönüm noktası tamamlanır. Böylece Rönesans insanı ülkesinin yaşamında bir dönüm noktasına dönüşür ve hatta bunu da aşabilir.
Ortadoğu'da geçtiğimiz on yıllar acı verici ve korkunçtu. Şehirler kafası karışık, işsiz gençlerle doluydu. Zaten geri olan eğitim daha da gerilemişti. Sağlık hizmetleri az ve yetersizdi. Bölge, haritalar arasında veya haritaların içinde bir dizi savaşa sürüklendi. Bir dul ve yetimler ırmağı ile mülteciler denizi doğurdu. Bazı gençler, anahtarın tarihin mağaralarında olduğunu iddia eden karanlık fikirlerin cazibesine kapıldılar. Devrimler yolunu kaybetti ve zenginlikler kaybedildi. Başarısız ve yozlaşmış hükümetler de dahil olmak üzere birçok ülke zehirli ilaçlarla tedavi edildi ve hastalığı daha da kötüleşti. Pek çok insan, ülkelerini zaten yok ettikten sonra dünyayla çarpışmanın cazibesine kapıldı. Hayal kırıklığı duyguları arttı ve Ortadoğu halklarının ilerleme sürecinin, bilimsel ve teknolojik devrimlerin yaşandığı çağın dışında yaşamaya mahkum oldukları söylendi. Başkalarının deneyimlerini kopyalayamazlar ve kendi kaderlerini yaratamazlar.
Son yıllarda Suudi Arabistan, İran projesinin rüzgârlarına, ülkedeki aşırılık dalgası ve Usame bin Ladin'in Suudi Arabistan-Amerikan ilişkilerine kurduğu pusuya rağmen istikrarını korumayı başardı. Aşırı fikirler halkın ve ülkenin yeteneklerinin önemli bir kısmını felce uğratmayı başardı. Toplumun yarısını felç etti, genç kadın ve erkeklerin enerjisini baltaladı, hayalleri ve fikirleri esir etti, umudun kapılarını kapatmakla tehdit etti. Suudi Arabistan'ın kendisiyle, dünyayla ve çağla ilişkisi, bölgedeki ve dünyadaki konumu, geleceği ve yeni nesillerin geleceği hakkında pek çok soru gündeme geldi. Suudi Arabistan'ın bir seçeneğe, bir karara ve gelecek savaşının fitilini ateşleyecek bir adama ihtiyacı vardı.
Bu atmosfer içinde birkaç yıl önce Kral Selman, sanki ülkesinin onunla harika bir randevusu olduğunu tahmin ediyormuşçasına, oğlu Muhammed'e güvendi. Genç adam hayallerle ve sayılarla donanmış olarak herkesin karşısına çıktı. İlk bakışta pek çok kişi “Vizyon 2030”u, geleceğe yönelik büyük atılımlara alışkın olmayan bir bölgede ulaşılamaz bir hayal olarak gördü. Suudi Arabistan Veliaht Prensi, kalkınma ve dönüşüm meşalesini kaldırdı. Önceki yıllarda kaybedilenleri telafi etmek için zamana karşı yarışıyordu. Hem içeriye hem de dışarıya farklı bir hitap tarzı, halkının ve gençliğinin büyük desteğiyle yeni bir Suudi Arabistan'ın doğuşunun önünü açtı.
Prens Muhammed bin Selman'ın Fox News'e verdiği olağanüstü röportaj bana, Suudi Arabistan’ın bölgeye ve dünyaya dair mevcut açılımının, gazeteciler olarak yakından takip etme imkânı bulduğumuz, hiç uyumayan bir proje, konferans ve gezi şantiyesine sahne olan yılların sonucu olduğunu hatırlattı. İçeride, bölgede ve dünyada yeni bir Suudi Arabistan var. Artık yalnızca petrol gelirlerine bağlı olmayan güçlü bir ekonomi, istikrar ve refah arayışı içinde sorunları sıfırlama politikası, Washington, Moskova, Pekin, Yeni Delhi ve diğerlerini içeren uluslararası ilişkiler cephaneliği var. G20'de artan bir rol, sorumlu pozisyonlar ve uluslararası krizlerle, enerji fiyatlarıyla ve çevre dosyasıyla baş etmede açık pencereler var. Bir inisiyatif politikası, stratejik ortaklıklar ve Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa’yı birbirine bağlayan ekonomik koridor var. Üzerlerine çöken bulutların ardından Suudi Arabistan-Amerikan ilişkilerinin derinleştiğine, İsrail'in Filistin halkına karşı adaletli olmasının bölgede istikrarın zorunlu yolu olduğunu kabul etmesi halinde Ortadoğu'da yeni bir sayfa açılacağına dair işaretler var.
Suudi Arabistan sadece birkaç yıl içinde ekonomisi ve istikrarıyla dünyayı ilgilendiren önemli meselelerin önemli bir oyuncusu haline geldi. Muhammed bin Selman dahili dosyalarda parmak izlerini bıraktı ve işte şimdi de dünya yeni bir oyuncunun, Ortadoğulu bir gencin parmak izlerinden bahsediyor.