Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Sudan’ın “dışlayıcılarla” sorunu

Sudan'da şu anda yaşanan şiddetli savaşa paralel olarak yıkıntıların ortasında, alevlerini söndürmek yerine daha da körükleyen bir savaş sürüyor. Savaşın uzamasına ve sahnenin karmaşıklaşmasına katkıda bulunan pek çok iç ve dış faktörün olduğu doğru, ancak Sudan sahasındaki derin bölünme ve çatışan güçler arasındaki keskin kutuplaşma benim tahminime göre en önemlileri arasında yer alıyor.

Bir yanda Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (Merkez Konseyi) başta olmak üzere siyasi güçler, diğer yanda İslamcılar, her iki tarafın da sorumluluğu diğer tarafa yüklemeye çalıştığı kıyasıya bir mücadele yürütüyor. 15 Nisan’da savaşı kimin başlattığı, geçiş sürecinin sekteye uğramasının sorumlusunun kim olduğu meselesinden, Hızlı Destek Güçlerinin ortaya çıkışı ve büyümesi, ardından savaşın nasıl sonlandırılacağına dair tartışmalara kadar herkes birbirini sorumlu tutuyor.

Gerçek şu ki, bu savaş çıkmadan önce alametleri, görenler için gizli değildi. Dahası pek çok rasyonel insan, şiddetli çatışmaların ülkeyi kaçınılmaz bir savaşa doğru sürüklediğine dair defalarca uyarılarda bulundu. Siviller arasında, askerler arasında ve sivillerle askerler arasında derin ayrılıklar vardı. Her iki kamp da diğer kampı yenilgiye uğratmak ve siyaset sahnesinden dışlamak için çabalaması gerilimin artmasına neden oluyordu. Merkezden çevreye yayılarak, gerilimleri körükleyen siyasi ve bölgesel kutuplaşmayı artırıyordu. Bütün bunlar yalnızca geçiş döneminin aksamasına ve sivil hükümetin devrilmesine yol açmakla kalmadı, aynı zamanda nihayetinde savaşa yol açan faktörlerin birikmesine de katkıda bulundu.

Asıl felaket, bu kritik dönüm noktasında tarafların ders alıp meselelere bakış açılarını ülkenin menfaati doğrultusunda değiştirmek yerine, bugün mücadelelerine devam etmeleri, aynı tutum ve görüşlerin arkasında siperlenmeleri, hatta bazı tutum ve görüşlerinde daha da keskin hale gelmeleridir. Bu krizin özünde, savaşın ülkeye getirdiği yıkım ve vatandaşa yaşattığı benzeri görülmemiş acılar perspektifinden ziyade, dar siyasi hesaplar çerçevesinden bakan, rakibini dışlamak ve sahneden uzaklaştırmak için bir fırsat ya da iktidara dönüş için bir platform olarak görenler var. Bu, medyada veya her türlü sosyal medya platformundaki söylemlerde açıkça görülüyor. Bitmek bilmeyen tartışmaların ve sert dilin hâkim olduğu, bazen fikir ayrılıkları nedeniyle pozisyonları ve kişileri ihanetle suçlama noktasına varan söylemdir.

Devrim sonrasında ötekileştirildikleri ve siyaset sahnesinden dışlandıkları saplantısına kapılan İslamcılar, bu savaşı kendileri için sahneye veya iktidara dönüş fırsatı olarak görüyorlar. Solun ve kendilerine düşman olduğunu düşündükleri bazı küçük partilerin, büyük partilerin (Ümmet Partisi ve Demokratik Birlik Partisi) yaşadığı zayıflık karşısında, Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri ittifakı içinde işleri yönlendirdiklerini düşünüyorlar. Onları uzaklaştırmaya ve dışlamaya çalıştıklarına, iki taraf arasında uzlaşmaya yer olmadığına inanıyorlar.

Öte yandan Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri içindeki egemen akım da İslamcıların 30 yıllık iktidardan sonra ordu da dahil olmak üzere devletin kılcal damarlarına sızdığına ve bu savaşın onları dizginlemek için bir fırsat olduğuna inanıyor. Geçiş döneminde bu hedefe ulaşmaya yönelik önceki çabaların 25 Ekim 2021 darbesi sonrasında sekteye uğradığını ve bu hedef gerçekleşmeden, savaşın sona ermesinden sonraki hiçbir aşamada istikrarın sağlanamayacağını düşünüyor.

Soru şu: Bu tehlikeli dönemde Sudan'ın ihtiyacı olan şey bu mu?

Gerçek şu ki, dışlama onlarca yıldır Sudan'ın sorunu olarak kaldı ve onu istikrarsızlaştırdı, kısa demokratik deneyimlerini mahveden bir dizi askeri darbeye ve savaşlarına katkıda bulundu. Ordunun siyasallaşmasının 1989 yılında, o dönemde General Ömer el-Beşir'in vitrini olduğu İslamcı darbeyle başladığı doğru değil. Siyasallaşma daha erken dönemde başladı ve siyasi güçlerin hepsi olmasa da çoğu, değişen derecelerde buna karıştı.

Üstelik farklı siyasi parti ve güçlerin farklı derecelerde ve farklı aşamalarda katıldığı dışlama ve ötekileştirme politikaları, kronik yönetim krizine çözüm bulunmasını, ülkenin nasıl yönetileceği, kimlik, vatandaşlık, istikrarlı bir devlet ve yaşanabilir bir demokratik sistemin kurulması konularının nasıl ele alınacağı konusunda fikir birliğini engelledi.

​ Sudanlıların bugün darboğazdan çıkmak için ihtiyaç duydukları şey, durumu mevcut felakete sürükleyen dışlama girişimleri yerine uzlaşmadır. Ülke önce savaşı sona erdirme meydan okumasıyla, ardından devletin yeniden inşası ve restorasyonu için bir sürü sorun ve zorlukla yüzleşecek. Bu da bir tür istikrarın sağlanması için geniş bir fikir birliğini gerektiriyor. İstikrar olmadan işler ilerlemeyecek, önemli görevler yerine getirilemeyecek ve hatta ülke daha ciddi aksiliklerle ve daha büyük tehditlerle karşı karşıya kalabilecek.

Sudanlıların çoğunluğu artık her şeyden önce savaşın sona ermesini ve yaşamlarına devam etmelerini sağlayacak güvenlik ve istikrarın yeniden sağlanmasıyla ilgileniyor. Pek çok kişinin sorduğu soru şu: Bu zor dönemde öncelik nedir, İslamcılarla çekişme mi, yoksa anavatanın krizi mi?

Birçok kişiden, hatta İslamcılarla kesinlikle aynı fikirde olmayanlardan bile duyulduğu gibi öncelik, vatanın çıkarları ve onu tüketen, halkını tüketen ve neredeyse varlığını tehdit eden bu savaş tünelinden nasıl çıkarılacağıdır.

İslamcılar ile yaşanan anlaşmazlık ertelenebilecek siyasi bir anlaşmazlık ama mevcut Sudan krizi siyasi ertelemeye ve oyalamaya tabi olacak bir mesele değil. Dışlama konusuna gelince, seçim aşamasına ulaştığımızda sandık yoluyla halkın inisiyatifinde olmalı, kimi dışlayacağına halk karar vermeli.