Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Avrupa’nın yeni tartışmalı meselesi: Göç

“Bu, Avrupa Birliği’nin (AB) dağılmasına yol açabilir!”. Buradaki ‘bu’ kelimesi, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in başlı başına bir tehdit olarak gördüğü göç sorununun yönetilme biçimine karşı sert eleştirisi çerçevesinde geldi. Göç konusu, seçmenleri birbiriyle çatışan bloklara bölmeyi amaçlayan tartışmalı konulardan birini temsil ederken, dikkatleri yönetici seçkinlerin ellerinde bir çözümün olmadığı mevcut sorunlardan uzaklaştırıyor.

Bu tür tartışmalı konular, siyasi partilerin ve lobi gruplarının kullanılan oyların yüzde 5’i oranında parlamentoda yer almasına izin veren nispi temsil sistemini benimseyen çoğu Batı demokrasisinde işe yarıyor. Çoğu seçimde seçmen katılımının yüzde 50 civarında olduğu göz önüne alındığında bu, bu tür tartışmalı konulara dayanan bir programın en fazla yüzde 2 ila 3 oyla bir ivme kazanabileceği anlamına geliyor.

Fiili genel destekteki eksikliği, dini bir hamiyete benzer tutkuyla tartışmalı konular için savaşanların coşkusunun doldurması dikkat çekiyor. Geçen yıl Londra’da Gezegeni Kurtar (Save the Planet) hareketi bu bağlamda dramatik bir örnek teşkil etti. İngiltere’nin dört bir yanından yüzlerce erkek ve kadın, köprüleri ve yolları kapatıp milyonlarca insanın normal yaşamlarını sürdürmesini engellemek için başkentte toplandı. Bu, ekonominin sadece birkaç gün içinde bir milyar sterlinden fazla zarara uğramasına neden oldu.

Bu tür tartışmalı konular, üç beş coşkulu destekçi toplamak amacıyla bunları istismar etmeye çalışanlara umulanın aksinde sonuçlar getirebilir.

Örneğin; Londra’daki Gezegeni Kurtar gösterisi Başbakan Rishi Sunak’a, çevrecilerin aşırı davranışları nedeniyle kamuoyunda geniş bir öfkenin yükseldiğini fark edip bundan yararlanarak Paris Anlaşması kapsamında verdiği bazı çevresel vaatlerden geri adım atması için bir kılıf sağladı. Tartışmalı konuları suistimal etme taktiği, ciddi dikkat gerektiren konuların dengeli ve tarafsız bir şekilde ele alınmasını engelliyor. Bu taktikler nedeniyle bu konuların önemi azalıyor ve toplumun simgelerine yönelik sloganlara ve şiddet içeren hareketlere dönüşüyor.

Şimdi Borrell’in konuşmasındaki, bölünme uyandıran son tartışmalı meseleye inandırıcılık kazandıracak sert eleştirisine dönelim.

Çoğu AB ülkesi, çocuk sahibi olmayı popüler olmaktan çıkaran bir dizi kültürel, sosyal ve ekonomik faktör nedeniyle, yalnızca göç yoluyla düzeltilebilecek orta vadeli bir nüfus açığıyla karşı karşıyadır. Ancak herhangi bir AB ülkesinde sadece ‘göç’ kelimesini söylemek bile insanların gazabına uğramanız için yeterli olur.

İşin ironik yanı, Avrupa her zaman göçe bel bağlamıştır. İnsanların her yöne göç ettiği yüzyıllar öncesine gitmeden sadece Avrupa tarihine şöyle bir bakmak yeterli olacaktır. Örneğin, 1870 yılında Sedan Muharebesi’nde Alman İmparatorluğu karşısında alınan yenilginin ardından Fransa, o zamanlar Almanya’nın nüfusu Fransa’nın nüfusundan üçte bir daha fazla olduğu için ‘2’ye 3 hastalığı’ olarak bilinen bir hastalığa takılmıştı. Fransa, İtalya’dan, İber Yarımadası’ndan, Polonya’dan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve hatta Fransızca konuşulan Kanada’dan milyonlarca göçmeni çekerek durumu düzeltmeye çalıştı. Büyük Britanya da benzer bir şey yaparak İrlanda’dan, daha sonra Hindistan yarımadasından ve Yemen’den göçmenleri kendine çekti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, savaş alanlarındaki ağır kayıplardan kaynaklanan muazzam demografik ihtiyaçlar, Fransa ve Britanya’yı kendi ‘dış kolonilerinden’ göçmenler alırken, vatandaşlarının Yeni Dünya’ya göç etmesini yasaklamaya yöneltti.

Aynı zamanda Almanya, yeni vatandaşlar çekmek için Volga Almanlarına ve Türkiye’nin yanı sıra Orta Avrupa’daki diğer Germen gruplarına bel bağlamıştı. Amerika Kıtası’na kitlesel göçün kaynağı olan İtalya ise 1960’lı yıllarda ciddi bir demografik şok yaşadı ve bugün de teorik olarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

İtalya, nüfus açığını kapatmak amacıyla 1990’larda 10 yıllık bir süre içinde 100 bin İranlı işçi almak için bir anlaşma yaptı. Ancak anlaşma, gazeteci Oriana Fallaci’nin “Avrupa’nın İslamlaştırılması” olarak adlandırdığı süreci hızlandırmak amacıyla Tahran’ın radikal İslamcıları göndereceğini iddia eden lobicilerin muhalefeti nedeniyle uygulanmadı. İş öyle bir noktaya vardı ki, İsviçreli bir gazeteci Avrupa’nın ‘Eurabia’ olma yolunda olduğu uyarısında bulundu. Söz konusu senaryonun başarısızlıkla sonuçlanmasının ardındaki temel etken ise, İran’ın yüzyıllardır tanık olduğu en düşük doğum oranlarının yanı sıra tarihteki en büyük beyin göçü dalgasından kaynaklanan İran içindeki nüfus sorunuydu.

Asıl ironi, göç, radikal sağ gruplar tarafından bölücü bir mesele olarak kullanılırken, tüm AB ülkelerinin kronik işgücü sıkıntısıyla karşı karşıya olması ve nüfus açığını kapatmanın yollarını arıyor olması...

Polonya Brexit’ten kaynaklanan kargaşayı eski vatandaşlarının çoğunu İngiltere’den dönmeye ikna etmek için kullandı. Bazı durumlarda geri dönenler Polonya’da daha önce hiçbir deneyimi olmayan ve dili akıcı olarak konuşamayanlardan oluşuyordu. Diğer yandan Bulgaristan ise vatandaşlarına göç etmemeleri karşılığında para ödüyor.

Angela Merkel Almanya Başbakanı olarak görev yaptığı son yılda ‘Avrupa gençliğini’ Almanya’da yaşamaya ve buraya yerleşmeye davet etmişti.

İngiltere ise sessizce AB vatandaşlarının Brexit öncesinde sahip oldukları hak ve kolaylıkları 2025 yılı sonuna kadar korumaya devam etme kararı aldı. İngiltere bu hareketiyle daha fazla AB vatandaşını ülkede kalmaya ve kalıcı oturum iznine başvurmaya ikna etmeyi umuyor. Geride kalanların İngiltere yerel seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip olmaya devam edecek olmaları da ilginç.

İtalya’nın aşırı göçmenlik karşıtı Başbakanı Giorgia Meloni bile yılda 136 bin göçmeni kabul etmeye razı olurken, hükümeti ihtiyaç duyulan sayının 350 bin olduğunu söylüyor.

‘Göçün azaltılması’ söylemi bir ‘moda’ haline gelmiş olsa da AB göçmen çekme konusunda birden rekor kırdı. Geçtiğimiz 10 yılda yalnızca Almanya beş milyondan fazla göçmen aldı. Bu göçmenlerin çoğunlukla geldiği yerler Balkanlar, Suriye, Afganistan, Türkiye’nin Kürt bölgeleri, Irak ve son zamanlarda Ukrayna, Moldova ve Belarus...

Mevcut rakamlar, AB ve Birleşik Krallık’ın yılda 1,2 milyondan fazla yeni göçmen aldığını gösteriyor. Bazı durumlarda AB üyeleri birbirlerinden işgücü ‘çalıyor’. Ancak Kıta’nın nüfus açığını kapatabilmek için halen yıllık bu sayının en az iki katı kadar yeni göçmene ihtiyacı var. AB’nin, göç meselesini bölünme yaratmak amacıyla kullanmak ve onu duygusallık ve sahte milliyetçilik sisi altında saklamak yerine, gerçeklerle yüzleşmesi ve Kıta’nın  şekillenmesinde her zaman temel bir unsur olan ve olmaya da devam edecek olan göçle ilgili zorlukları ve avantajları paylaşmak için ortak bir politika geliştirmesi gerekiyor.

Bu konuyla ilgili ucuz siyasi oyunlar oynamak ise bu toplumların başka tartışmalı konularda yaşadığı deneyimin tekrarlanmasına yol açabilir. Bu da şu demek ki, gereğinden fazla göçmenin yanı sıra uygun olmayan daha fazla kişi Kıta’ya akın ederken, bu sırada bir tarafta Avrupa’ya ihtiyacı olan iş gücünü sağlamak üzere hayatlarını tehlikeye atarak gelenlerin muazzam acıları devam ederken diğer tarafta da şüphe, nefret ve şovenizm havası kızışabilir.