Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Sosyal bölünmenin başlangıcı

Geçen haftaki makalenin sonucu, birçok değerli okuyucu tarafından hoş karşılanmadı; hatta özellikle de kimlik krizi ile kültürel mirasımız arasındaki bağlantı konusunda bazı tartışmalara yol açtı. Makalede, bu mirasın ‘bireyin hayatına yön veren değerlerin katılımcısı veya yaratıcısı değil, itaatkâr bir takipçisi olmasını istediği’ belirtildi. Eleştirenler, bunun insanın dinsel tutumunu hedef aldığını söylediler. Bir arkadaş, "Toplumsal değişimler üzerine yapılan her tartışmada neden din karşımıza çıkıyor? Bazen göz ardı edemez miyiz?" diye sordu.

Burada, bazı değerli okuyucuların akıllarından geçtiğini düşündüğüm bir fikri açıklamak istiyorum. Buna göre toplum yaşamında iç ilişkiler, kültür, ekonomi ve politika düzeyinde devam eden dönüşümler, genişlik ve derinlik açısından birçok faktörden etkileniyor. Bunlardan bana göre en önemlileri olan sosyal yapının sınırları üzerinde duracağım.

Hadi toplumsal sistemi, havanın ve diğer yaşam sorunlarının etkilerine maruz kalan bir insan vücuduna benzetelim. Bazı etkilerle savaşır, bazılarına uyum sağlar, bazılarına tahammül eder veya onlarla etkileşime girer, onlardan etkilenir, güçlenir veya zayıflar. Toplum, büyük ekonomik ve siyasi değişimler, savaşlar veya felaketler gibi dış etkilerle karşı karşıya kaldığında da böyle durumlar yaşanır.

O etkiler hep aynı şekilde gelmez. Toplum da bu duruma her zaman aynı şekilde yaklaşmaz. Geçen hafta, ekonomik kalkınmanın olgunluğu ve bunun yansımalarının çeşitli çevrelere nüfuz etmesi nedeniyle Suudi toplumundaki köklü dönüşümlerin yirminci yüzyılın son yirmi yılına kadar dayandığını belirtmiştim. Bu faktörün etkisini ayrıntılı olarak incelemek için, Dr. Said el-Gamdi'nin ‘Kabile Yapısı ve Uygarlık’ adlı kitabını okumanızı öneririm. Bu kitap, yeni ekonominin ilk yansımalarını Suudi Arabistan’ın güneyindeki bir tarım köyünde karşılayan toplumsal hareketi ayrıntılı olarak anlatıyor. Bu olay üzerinde düşünmek, güç merkezlerinin toplumsal oluşumu ve dağılımı, para ve zenginliğin toplumsal anlamı, kadının toplumdaki ve ekonomideki konumu, toplumsal oluşum ve dağılım ayrıca ötekine yönelik dini ya da mezhebi tutumla ilgili olarak sonraki yıllarda bildiğimiz pek çok olguyu anlamamıza yardımcı olur.

O ekonomik dönüşüm yıllarında yaşananlar, toplumsal yapıyı sarsan, köklü değişimlere yol açan, büyük bir ekonomik kalkınma programıydı. Ekonomik istikrarın artması, bireyselliği güçlendirerek toplumsal bağları zayıflatır. Ayrıca, sosyal sınıfları ve bireylerin sosyal statülerini de değiştirir. Bu değişimler, toplumda yeni fikirlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bu fikirler, genellikle geleneksel ve yerleşik anlayışlarla çelişir. Bu değişimlerin hepsi çok hızlı bir şekilde gerçekleşir. Bu nedenle, toplumsal yapı, bu değişimlere uyum sağlamak için zaman bulamaz. Bu durum, toplumda bir tür geri çekilme ve direniş duygusuna yol açar. Bu direniş, kaçınılmaz olarak, yeni ekonomik düzenden yararlananlarla, eski düzenden yararlananlar arasında bir toplumsal bölünmeye yol açar.

Çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayarak bir miktar otorite elde etmiş olan bir babayı örnek verebiliriz. Çocuklar işe girip babalarından daha zengin olursa, bu otoriteyi kaybedecektir. Bu çocuklar artık bir vaize de ihtiyaç duymayacaklardır, çünkü vaizin söylediklerini benzer şekilde sağlayan kitaplara ulaşabiliyorlardır. Ayrıca, kabile reisine veya köyün büyüklerine aracılık veya koruma için ihtiyaç duymayacaklardır, çünkü artık iş piyasasına aracısız olarak girebilecekleri bir okul diplomasına sahiplerdir.

Bu kısa açıklamanın, dinin neden toplumsal dönüşüm tartışmalarının merkezinde yer aldığını açıkça ortaya koyduğunu düşünüyorum. İnsanların dini hayatlarını şekillendirmeye gelince, bunun daha geniş bir şekilde ele alınması gerekiyor ki buna gelecek bir makalede geri dönebilirim.