Arap Baharı olarak adlandırılan olay, Arap tarihinde bir dönüm noktasıydı. Hatta bazılarımız bunu, 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında gelişen ve çağdaş Arap devletinin temelleri üzerinde yükselişe geçtiği anlara benzeterek kendisini Arap Uyanışı olarak adlandırdı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Arap sistemi Arap Birliği’nin omuzları üzerinde kuruldu. O günden bu yana Araplar, kimi zaman birlik fikrinin büyüleyici olduğu, kimi zaman da bölünmenin açıkça görüldüğü günler yaşadı. Ne yazık ki sistemin başlangıcına Filistin davası olarak bilinmeye başlanan olay da eşlik etti.
Dava, esas olarak ayrı ayrı her Arap halkının sorumluluğunu yüklendiği, diğer Arap halklarının ise söz konusu ülkeyi desteklemek için maddi, manevi ve uluslararası yardım sağlamakta tereddüt etmediği, sömürgecilikten ve yabancı tahakkümden kurtuluşu amaçlayan Arap bağımsızlık hareketi içinde bir istisnaydı. Tek başına Filistin davası bu konuda bir istisnasıydı ve onu kurtarma ve özgürleştirme sorumluluğu Arap ülkelerinin omuzlarına yüklendi. Bunun nedeni de belki maruz kaldığı sömürgeciliğin yerleşimci doğası veya Arap dünyasının doğu ve batı kanadının ortasında yer alması ya da Kudüs'te Hıristiyan ve Müslüman Araplar için kutsal bölgeleri barındırmasıydı. İlerleyen zamanlarda Filistin davası, İsrail işgalini 4 Arap ülkesine daha yayan Haziran 1967’deki savaşa kadar Arap devletleri ile siyasi ve fikri hareketler arasında bir açık artırma ve ihale konusu haline geldi. İsrail işgalinin Arap ülkelerine yayılmasıyla birlikte, “saldırganlığın etkilerinin ortadan kaldırılması", bir Arap sloganı haline geldi. Slogan ile Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararında belirtildiği gibi, "son çatışma” sırasında işgal edilen topraklar ile Filistin’in işgal altındaki toprakları ayrı tutuldu.
Bu, Filistin halkının tek meşru temsilcisi olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) aracılığıyla direniş, devrim ve intifada yoluna öncülük etmek zorunda olduğu yeni bir aşamayı oluşturdu. Bu yol Filistin halkını bir Filistin ve bir İsrail devletinin varlığını öngören iki devletli çözümün temelini atan “Oslo Anlaşmaları”na götürdü.
21. yüzyılın başlangıcıyla birlikte tüm Arap dünyasının, Arap devletinin temellerini güçlendirme ve küresel sıralamada üst sıralara taşıma konusunda çıkmaza girdiği ortaya çıktı. Filistin iki siyasi otorite arasında bölündü; el-Fetih hareketinin hakim olduğu ve Batı Şeria'da bulunan Filistin Ulusal Otoritesi ile Gazze'nin kontrolünü ele geçiren İslamcı Hamas hareketi. Hem Gazze hem de Batı Şeria da bulunan İslami Cihat hareketi de Gazze’nin kontrolünde Hamas ile rekabet ediyordu. Filistin silahı dağılmış ve onunla birlikte savaş, barış ve Filistin ulusal güvenliği ile ilgili karar alma merci de dağılmıştı.
İçinde bulunduğumuz yüzyılın ikinci on yılının başında, Filistin'deki bölünmelere paralel olarak sözde Arap Baharı ortaya çıktı ve 3 eğilimle sonuçlandı. Birincisi, iç savaşlara yol açan ve gösterilerin, oturma eylemlerinin durmasını istemeyen gençlerin sahiplendiği kaos. İkincisi, Arap ülkelerinde radikal köktendinci hareketlerin sokakları kontrol etmekte başarılı olması. Üçüncüsü ise yüzyılın ikinci on yılının ortasında ortaya çıkan reform hareketi. Söz konusu reform hareketi çağdaş Arap devletine ulus-devlet kavramına, sürdürülebilir kalkınma için çabalamaya, dini düşünceyi yenilemeye, ilerleme ve yükselme yönünde küresel rekabete katılmak için çalışmaya dayalı, yeni bir vizyon sundu. Bu ikinci eğilim, 2015 yılında Mısır, Suudi Arabistan ile Körfez bölgesindeki diğer Arap ülkeleri, Ürdün ve Fas'ın "Vizyon 2030" gibi vizyonları benimsemeleri aracılığıyla güçlü bir şekilde yükseldi. Adı geçen ülkelerin hepsi bahsedilen reform sürecini benimsedi ve terörle mücadele, “korona” salgını ile Rusya-Ukrayna savaşının olumsuz sonuçlarına rağmen bu sürecin pek çok olumlu sonucu oldu.
Ancak Arap bölgesine komşu ülkeler, Filistin'in bölünmüşlüğünü ve Filistin Ulusal Otoritesine karşı çıkan örgütleri kullanarak, yaşanan kaotik baharı, Arap ülkelerine siyasi ve askeri müdahale için bir fırsat olarak gördü. Aynı şekilde söz konusu komşular, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de bir yandan ulus-devleti istikrarsızlaştırmayı, diğer yandan da bu devletin ötesine geçmeyi hedefleyen devlet dışı örgütler kurdular.
Bu reform artık yolun yarısına ulaştı ve ilk yarının sonuçları, Arap devletinin, Arapların modernliğe ve ilerlemeye hazır olmayan bir halk olarak görülmesi de dahil olmak üzere birçok yerel, bölgesel ve uluslararası engeli aştığını gösteriyor. Deneyimler, bu görüşün yanlışlığının yanı sıra Filistin meselesinin çözümünde ilerleme dahil olmak üzere Arap ülkelerinin iç savaş ve çatışmalarda bölgesel sükunetin sağlanması için çaba gösterme becerilerini de ortaya koydu. Filistin davasının çözümünde ilerleme, Arap ülkeleriyle ortak refah çerçevesinde barış isteyen tüm bölge ülkelerini kapsayabilecek bölgesel güvenlik ve “jeo-ekonomik” kalkınmaya yönelik iş birliği ve yaklaşımlar yoluyla Filistin meselesini çözmeye yönelik yeni önerilerle kaydedildi. Bu yaklaşım, tamamlandığı takdirde yakın gelecekte çağdaş dünyaya olumlu bir şekilde katılacak yeni bir bölgenin kurulmasını sağlayacak “jeopolitik” gerçekler yarattı.
Halihazırdaki beşinci Gazze savaşı, bilhassa barışçıl da olsa nükleer unsurlar ve ABD ile stratejik bağlar içermesi halinde, komşu Arap ülkelerinde devam eden kalkınmaya güç unsurlarının bir ifadesi olarak büyük şüpheyle bakan İsrail'in bir dönüşüm kompleksidir. İran, son dönemde yaşanan uzlaşıya rağmen kalkınma ve iş birliği sürecinin önünü kesmek istedi ve Hamas hareketi de kendisine katılarak tek başına savaşa girme kararı alıp Filistin halkına ağır yükler yükledi. Bölgesel iklimdeki bu değişiklik, Arap reform ülkelerinin attığı reform adımlarını ve ortaya çıkardığı “jeopolitik” sonuçları korumayı “birinci misyon” haline getiriyor. Filistin meselesini ve mevcut Gazze trajedisini Filistin halkının meşru temsilcisi FKÖ ve Filistin Otoritesi aracılığıyla ele almaya, siyasi sisteminden aşırı unsurları uzaklaştıracak değişiklikler yapması için İsrail’e baskı yapmaya teşvik ediyor. Böyle bir süreç son derece karmaşık ancak reforma uygun olmadığı, ilerleme rüzgarlarının ona ulaşmasını engelleyen gerici ya da bürokratik güçlere teslim olduğu düşünülen Arap ülkelerinde yaşanan büyük reform süreçlerinden daha karmaşık değil. Reformun korunması için Filistin meselesi de dahil olmak üzere bölgesel istikrarın sağlanması bir gerekliliktir.