Sam Mensa
TT

Barış tufanı

Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bir ay sonra, amacının İsrail'in güvenliğini, kibrini ve ordusunun yenilmezlik imajını kırmak olduğunu söylemek mümkün hale geldi. İster tek başına Hamas olsun ister kolektif olarak direniş ekseni olsun, operasyonu uygulayan, planlayan ve sponsor olan tarafların elde ettiği siyasi sonuçları küçümseyen herkes yanılıyor. Bu eksenin doktrinine, kanaatlerine ve hedeflerine bakıldığında ister Hamas tarafından sivillere karşı gerçekleştirilen tüm vahşetlere isterse İsrail'in sivillere karşı tarif edilemez aşırı güç kullanımına rağmen, belirgin bir siyasi başarı elde ettiği görülüyor. Muhalefetin iki unsurundan birinin mini hükümet konseyine katılmasına rağmen İsrail, mevcut hükümetiyle kendisini bir ikilemde bulacak. Buna karşılık Gazze'de olup bitenlerin de Hamas hareketini ortadan kaldırabileceğini ya da tüketip rolünü sınırlayabileceğini söyleyecek olanlardan önce biz şunu soralım: Bunun mümkün olduğunu varsayarsak, Hamas'ın ortadan kaldırılmasından sonra ne olacak?

Hamas'ı ortadan kaldırmak dışında net bir siyasi ufuk olmadan ölüm makinesinin devam etmesi ile istenilen sonuçlara ulaşmak zor. Bunun riskleri de İsrail'in kendi güvenliğini ve halkının güvenliğini koruma hedefleriyle uyumlu değil. Gazze'de sivillerin öldürülmesine karşı İsrail'i destekleyen ülkelerde yapılan protestolara kısa bir bakış, bu protestoların tırmandığını gösteriyor ve bu da söz konusu ülkeleri Tel Aviv'e olan mutlak desteklerini geri çekmeye zorlayabilir. Nitekim bu desteğin azaldığına dair işaretler görülmeye başladı.

Bunların ilki Gazze'ye insani yardım için Refah Kapısı'nın açılması konusundaki uluslararası konsensüs. İkincisi, insani ateşkes talep eden diplomatik girişimler. Üçüncüsü ise sivil can kayıplarına yol açan (ki burada ölü ve yaralı sayısı birkaç hafta içinde binlere ulaştı) her askeri operasyonun ardından duyulan olağan nakarat. Bunlara bir de sekiz Avrupa ülkesi dahil olmak üzere, 120 ülkenin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda insani nedenlerle derhal ateşkes çağrısında bulunan karar lehine oy kullanması ve İrlanda ile İspanya hükümetlerinin Gazze'de olup bitenleri savaş suçu olarak değerlendirmeye yönelik açık çağrıları ekleniyor.

Buna ilaveten İsrail'in aşırı şiddetini sürdürmesi bazı Arap ülkelerinde halk baskısının daha da artmasına yol açabilir. Bunun ilk işareti de Ürdün’ün İsrail ile diplomatik ilişkilerini dondurmasıydı. Ürdün’ü Bahreyn izledi.

Hasan Nasrallah son konuşmasında çatışmanın Filistinli karakteri ve Güney Lübnan’ın destekleyici cephe olması konusunda İran tarafındaki belirsizliği aktarmasına rağmen, Gazze'deki durum askeri, güvenlik ve insani açıdan kötüleşirse, Irak ve Yemen'de Tahran'ın yörüngesinde dönen milislerin desteğiyle Lübnan ve Suriye'de yeni cephelerin açılması pek uzak bir olasılık değil.

Aslında 7 Ekim operasyonu, bölgedeki barış ve direniş kampları arasındaki çatışmanın Filistin ve Filistinlilerin ötesine geçtiğini gösterdi. Batı nüfuzuna karşı çıkan güçlerin çatışmanın kapsamını genişletmek için meydana gelen trajedilerden yararlanması ile birlikte Batı ve İslam dünyası arasındaki medeniyet çatışmasını yoğunlaştırdı. Operasyon ayrıca ılımlı Arap kampının barışı sağlama, çatışmaları bitirme, ekonomik kalkınmayı, uluslararası ilişkilerde açılım ve rahatlamayı amaçlayan tüm politikalarını sarsmanın yanı sıra, barış kampını istemediği bir yere sürükledi. Çatışmanın özü, direniş ekseninin yaşam tarzlarını değiştirerek, siyaseti, toplumu ve insanların hayatları ile ilgili tüm meseleleri dinselleştirerek bölgeyi kontrol etme, üstün gelme, hakimiyet kurma ve ilkelerini, doktrinlerini ve fikirlerini yayma arzusudur. ABD’nin 11 Eylül’ü tüm İslam dünyasını el-Kaide terörizminden sorumlu tutarken, İsrail 7 Ekim’i, tüm Filistinlileri Hamas operasyonundan sorumlu tuttu. Dört haftadır devam eden bu intikam savaşı, Arap dünyasında direnişi teşvik eden eski slogan ve söylemleri canlandırdı. İnsanları savaş ve şehitlik atmosferiyle doldurdu.  Böyle bir atmosfere tanık olmayan Arap başkentleri enderdi. En tehlikelisi ise bu eksenin ilke ve fikirlerinin aşırı İsrail sağının ilke ve fikirleri ile uyumlu olması, zira bu çözümleri zorlaştırıyor ve geçici uzlaşıların ötesine geçmesini engelliyor. Periyodik olarak ana kurbanları sivil olan yeni savaşlar ve trajediler yaratıyor.

Ortada dolaşan çözümlerin çoğu tekrarlanan, monoton diplomasi ve yarım yamalak tedbirler kapsamında yer alıyor. Herkes iki devletli çözümden bahsediyor ama bunun önündeki en büyük engel, bizzat ilgili tarafların bu çözümü engellemesi. İlgili taraflar ise İsrail'in kökünü kazımak isteyen Hamas ile Filistinlileri topraklarından sürüp işgal etmekten başka bir şey düşünmeyen İsrail sağıdır.

Aksa Tufanı’nın neden olduğu darbenin yol açtığı trajediler, katliamlar, siyasi ve güvenlik riskleri, yalnızca daha önemli ve benzeri görülmemiş bir atılım teşkil eden ve adına ‘barış tufanı’ denilecek bir eylem ile durdurulabilir. Bu atılım, İsrail'de ılımlıların, barışın ancak Filistin topraklarında egemen bir Filistin devleti kurulması ile gerçekleşeceğini ciddi ve kesin bir şekilde kabul etmelerini önleyen engelleri ve barikatları yıkmalı. Gerekli atılımın dayanakları ise iyi biliniyor; İsrail, Filistin Otoritesi, Amerikan yönetimi ve Avrupa Birliği’ndeki rasyonel insanlar. Bunları harekete geçirecek olan ise bu tarihi uzlaşı ile doğrudan ilgili olan Arap manivelasıdır.

Arap manivelası ile kastedilen, Arap İnisiyatifi, Oslo Anlaşmaları ve Yüzyılın Anlaşması’nın ötesine geçen, mevcut bağlamın dışında bir inisiyatif başlatma sorumluluğuna sahip olan Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Ürdün'dür. Bu ülkelerin liderleri hep birlikte bu inisiyatifi Ramallah'taki Filistin Otoritesi’ne, ardından da Amerikalılara ve onların desteğiyle belki de bizzat Tel Aviv’e taşımalılar. ABD ve İsrail’in İsraillileri yeni gerçeklerle yüzleştirecek, onları sürekli devam eden ölüm makinesinin ve kısır döngünün cehenneminden kurtaracak, iki devletin kurulmasıyla sonuçlanacak müzakere yolu için net bir çerçeve sunacak yaratıcı bir adıma ihtiyaçları var.

Bazıları duygular sıcakken bunun için zamanın uygun olmadığını söylerken, bazıları da şimdi en uygun zaman olduğuna inanıyor. Çünkü bu adım, masum sivilleri bu cehennemden kurtarabilir, siyasi çözüm arayışındaki uluslararası ivmeden faydalanabilir, en önemlisi de Tahran'ın her zaman istediği yere taşıdığı bir Truva atı olan Filistin kartını onun elinden söküp alabilir.

Geriye zamanlama faktörü kalıyor. Çünkü bu adımdan önce, herhangi bir barış süreci için bir mayın olacak Binyamin Netanyahu ve aşırı sağ liderleri dışlayan bir İsrail hükümetinin kurulması gerekiyor. İsrail'deki tüm kamuoyu yoklamaları yaşananlardan bu hükümeti sorumlu tutuyor ve istifaya çağırıyor. İsrail'i destekleyen ülkeler de bu adımı bekliyor ve memnuniyetle karşılıyor. Zamanlama faktörüne ek olarak bir de cesaret faktörü var ve o olmadan monotonluk ve denenmişleri tekrarlama döngüsü kırılamaz. Diplomatik girişimlerden faydalanmanın ve onları arzu edilen ‘barış tufanına’ yönlendirmenin önemi de unutulmamalı.

Elbette buna karşı çıkanlar, reddedenler, direnenler buharlaşmayacak. Aksine, Filistin meselesinin akılcı, gerçekçi ve adil bir çözümü, bölgedeki denklemleri alt üst edecek benzeri görülmemiş bir gelişmeyi teşkil ediyor ve bu durum da İran ekseni ile bölge içindeki ve dışındaki müttefiklerini mutlaka zayıflatacaktır.