Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Hamas, 7 Ekim’le neyi amaçlıyordu?

Hamas, Yom Kippur Savaşı’nın (Ekim Savaşı) 50’inci yıl dönümünden bir gün sonra, 7 Ekim’de İsrail’e karşı şimdiye kadarki en şiddetli askerî saldırıyı gerçekleştirdi.

Saldırı, karmaşık ve çok boyutlu bir operasyondan ve kara, hava, deniz istihbaratı, füzeler, internet ve propaganda yeteneklerinin kullanıldığı başka saldırılardan oluşuyordu.

7 Ekim günü tümüyle Hamas’a bağlı İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından yıllarca sürdürülen planlamayı, eğitimi ve parça parça yapılan provaları yansıtıyor. Bu süreç, yıllar boyunca İran’dan, belki İran’ın Hizbullah gibi vekillerinden ve başkalarından gelen çeşitli dış yardımlara dayanıyor ve bu yardımlar da kaynak ve malzeme ihracı, yeraltı işçiliği, yeni ve hibrit silahların entegrasyonu ve çok daha fazlasını içeriyordu.

Hamas’ın saldırısının sonucu olarak İsrail’in kaçınılmaz askerî tepkisine tanık oluyoruz. Bu tepki, Gazze’yi tam anlamıyla kuşatma ve Hamas’la bağlantılı bağlantısız her şeyi hedef alma eylemlerini içeriyor ve bu da sayısız sivilin ‘topluca’ ölümüne yol açıyor.

Bu noktada sormamız gereken temel soru şu: Hamas böyle eşi benzeri görülmemiş ve büyük çaplı bir saldırıyı niye gerçekleştirdi ve neden şimdi?

Hamas’ın ifadesine göre bu eyleminin farklı birkaç sebebi var. Bunlardan biri, İsrailli yerleşimcilerin Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya girmesine tepki gösterme arzusu. Zira Hamas’a göre yerleşimcilerin bu yaptığı bir ‘saygısızlık’ örneğiydi. Bir diğer sebep de Batı Şeria ile Doğu Kudüs’teki Filistinlilere daha geniş kapsamda gösterilen kötü muamele, ayrıca İsrail güvenlik güçlerinin, Batı Şeria’nın büyük şehirlerindeki saldırıları ve İsrailli yerleşimcilerin çoğu zaman askerlerin suç ortaklığıyla gerçekleştirdiği şiddetli ve yıkıcı eylemler yoluyla yaptığı suistimaller.

Bazılarına göre Hamas’ın saldırısının en önemli hedeflerinden biri rehin almaktı. Hamas bununla sadece İsrail’in kaçınılmaz misilleme operasyonlarını karmaşıklaştırmayı değil, aynı zamanda İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkûmları özgürleştirme teşebbüsünde Hamas’a güçlü bir müzakereci statüsü sağlamayı da hedefliyordu.

Pek çok yorumcu 2011 yılında Gilad Şalit’in, çoğu Filistinli olan bin 27 mahkûm karşılığında serbest bırakılmasını hatırlatarak, Hamas’ın bu esir değişiminden ders aldığını ve başka bir anlaşma istediğini söylüyor.

Ancak rehinlerin sayısının 200’ün üzerinde olduğunu düşünürsek bu sefer Hamas’ın çok daha büyük etkinliği olabilir.

Hamas’ın askerî kanadının lideri Muhammed ed-Dayf, saldırıdan hemen sonra kaydedilen mesajında, Hamas’ın bu operasyonu ‘düşman, hiçbir hesap vermeden saldırma zamanının artık bittiğini anlasın diye’ başlattığını söyledi. Hamas’ın siyasi teşkilâtının üst düzey üyelerinden olan ve Lübnan’da bulunan Ali Baraka ise saldırıların, İsrail’in Kudüs ve Batı Şeria’daki Filistin halkına karşı işlediği suçlara bir tepki mahiyetinde ve Gazze Şeridi’ne uygulanan kuşatmayı kırma amaçlı olduğunu belirtti. Bazı analistler de Hamas’ın saldırısının arkasındaki bir başka şeye dikkat çekti. Çoğu politika gibi bunun da yerel bir boyutu var. Hamas’ın halihazırda Batı Şeria’dan sorumlu Fetih grubunun da aralarında bulunduğu rakiplerini alt etme stratejisi, Filistinlilerin öfkesini onların sebep olduğu sıkıntılara yöneltmek, İsrail’e ve işgale karşı direnişin asıl sesi olmaktır.

Başka bölgesel uzmanların tahminine göre Hamas’ın hedeflerinden biri, İsrail’i sadece İsrail ordusunun topçu ve hava saldırılarıyla Gazze’de gerçekleştirmesi öngörülen yıkım için kışkırtmak değil, aynı zamanda bir kara saldırısına, uzun ve derin bir bataklığa sürüklemekti. Hamas, İsrail saldırılarının istenmeyen ve korkutucu sonucunun, Filistinlilere ve hatta İsrail’e direnişin bir sembolü olarak Hamas’a karşı bir sempati doğuracağını da biliyordu.

Bazıları muhtemelen İsrail’i 7 Ekim’den önce zayıf ve bölünmüş olarak görüyordu.

Hamas da dahil olmak üzere bazıları için mevcut durum belki İsrail’i modern tarihin herhangi bir döneminde olduğundan daha savunmasız ve zayıf gösteriyor. Özellikle bölgedeki barış süreci müzakerelerinde kaydedilen ilerlemenin yanı sıra bu, Hamas ve destekçilerini, benzeri görülmemiş bir saldırı gerçekleştirmek için ideal zamanın şimdi olduğunu düşünmeye sevk etti. Her ne kadar uzun hazırlıklar henüz tamamlanmamış ve belki bir aşamada farklı bir tarih hedeflenmiş olsa da... Tecrübeli analistlerin çoğu, bu saldırının daha önce eksik olan fikir birlikteliğinin oluşması da dahil olmak üzere ümmeti sonsuza dek değiştiren bir dönüm noktası olduğunu düşünüyor.

Tüm bu hedefler, Hamas liderliğinin saldırıyı başlatma kararı alırken ve de bu kararı uygularken yaptığı hesaplarda rol oynadı. Bununla birlikte kilit rol oynayan iki belirleyici etken daha var. İlk olarak kuvvetle muhtemel Hamas, ABD destekli barış müzakerelerini İran’ın güçlü desteğiyle rayından çıkardı. Bu müzakereler, Filistin ve diğer önemli meselelerde şu ana kadar bir anlaşma ortaya koymasa da ilerleme kaydediyordu. Bu yüzden barış sürecini ortadan kaldırma çabası, Hamas ve İran ile onun diğer vekilleri için her zamankinden daha gerekliydi. Pek çok kişiye göre İsrail’le bir anlaşmaya varılması halinde İsrail’le on yıllar önce barış anlaşmaları imzalayan Mısır ve Ürdün, sonra da 2020 yılında imzalanan İbrahim Anlaşmaları’nın birer parçası olarak Bahreyn, Fas, Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere diğerleri de adım atacak. Bu ise Hamas için oyunun sonu anlamına gelebilir ve İran’ın Ortadoğu’nun tüm bölgeleri ve ötesindeki gücü ve nüfuzu için büyük bir etki doğurabilir.

Ayrıca İran ve İsrail bu yılın başlarında, İran topraklarına yönelik İsrail saldırılarıyla kendi aralarındaki ‘gölge’ savaşını sürdürdü ve İran’ın silah ve ekipman sevkiyatı, Hizbullah’ın füzelerini daha ölümcül hale getirmek için Suriye üzerinden Hizbullah’a ulaşmaya devam etti.  

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, yakın zamanda şöyle demişti:

“Siyonist rejimin bölgede kendi güvenliğini sağlamak için bölge ülkeleriyle ikili ilişkileri normalleştirme niyetinde olduğunu düşünüyoruz ve biz, bölge ülkelerimizle Siyonist rejim arasında ikili herhangi bir ilişkiye karşıyız.”

Hamas, oldukça sınırlı bir şekilde Usame bin Ladin’in El-Kaide’yi inşa etme biçimine benziyordu. Bin Ladin de dünyanın her yerinden Müslümanı bir araya getirerek onlarca yıldır devam eden hareketi yavaşlatmaya, durdurmaya ve aksi yöne çevirmeye çalıştı. Zira bir İsrail olamazdı ve olmamalıydı. Hamas’ın ve onu destekleyenlerin ne İsrail’i ortadan kaldırmaya ne de onun yerine bir Filistin devleti kurmaya güç yetirebildiklerini görüyoruz. Buna rağmen Hamas ile Filistin Otoritesi ve Fetih gibi diğer bazı Filistinli gruplar ve partiler arasında büyük bir fark var: Hamas, halen iki devletli çözüme karşı çıkıyor ve Filistin Otoritesi ile Fetih’in aksine kendisini bir alternatif olarak sunuyor.

Aslında Hamas, kendisini Filistinlilerin önde gelen ve tek lideri, belki ikisinin de İsrail’e ve onun var olma hakkına karşı olmaları sebebiyle genel anlamda İran’la ortak olarak görüyor.

Peki, tüm bunlar bizi nereye koyuyor? Hamas’ın askerî kanadının liderliği (belki başkalarının suç ortaklığıyla) ölümcül bir maceraya atıldı. Bunu daha önce de yapmıştı ama bu seferki birçok sebepten ötürü farklı.

Hamas’ın sert saldırısı ve daha önce belirlenmiş sonuçları, daha fazla tarafı çekecek ve boğacak daha geniş kapsamlı bir savaşın yolunu hazırladı. İsrail’in kuzey sınırında Hizbullah’la ve Lübnan’ın güneyi ile Suriye’nin güneybatısında diğerleriyle çatışmalar yaşanıyor. Bunun yanı sıra ABD de dahil olmak üzere başka ülkelerde huzursuzluklar, ‘sokaklarda’ kargaşalar, terör saldırıları ve nefret suçları söz konusu.

Üstelik İran Dışişleri Bakanı, bölgeye yaptığı son ziyarette İran’ın ve bölgedeki vekillerinin ‘Siyonist rejime Gazze’de istediğini yapmasına izin vermeyeceğini, yani önümüzdeki saatlerde herhangi bir önleyici uygulamanın mümkün olduğunu’ belirtti. Bu önümüzdeki saatler ifadesi, yaklaşık 10 gün önce kullanıldı!

Sonuç olarak bir analistin trajik ve ölümcül olsa bile çok yerinde ifadesiyle; “Muhtemelen işler kötüleşecek, sonra daha da kötüleşecek.”