Geçtiğimiz hafta bu köşede, Aksa Tufanı operasyonunun feci yansımaları ile İsrail’in felaketzede Gazze Şeridi’nde insanların canını alan, taş üstüne taş bırakmayan acımasız ve benzeri görülmemiş tepkisini kontrol altına alacak bir siyasi atılımın gerekliliğine değinmiştik. Hamas'ın İsrail’in demir güvenlik kalkanını aşması gibi, ‘barış tufanın’ da Tel Aviv ve Washington'da hakim olan fikri kalkanını aşması gerekiyor. Zira bu kalkan İsrail’deki ılımlılığın, Filistin topraklarında egemen bir Filistin devleti kurulması dışında barışın mümkün olmadığını kabul etmek için ciddi, tutarlı ve ısrarlı bir çaba göstermesini engelliyor demiştik. Bu atılımın, mevcut bağlamın dışında bir barış girişimi geliştirme sorumluluğuna sahip olan Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Ürdün'den oluşan bir Arap manivelası gerektirdiğini de belirtmiştik.
Riyad'da düzenlenen ortak Arap-İslam zirvesinin sonuçlarının ve kararlarının yanı sıra çoğunluğu ateşkes ve insani yardımların ulaştırılmasını sağlamaya yönelik olan diğer girişimlerin etkilerini bekliyoruz. Ancak ateşkes ve insani yardımlar elbette gerekli ve zorunlu olsa da 70 yılı aşkın bir süredir devam eden ve periyodik olarak, onurlu bir yaşamın temel gereksinimlerinden yoksun olan binlerce masum sivil kurbanın canını alan trajediye nihai son vermeye yetmiyor.
Son gelişmeler temel alındığında, ılımlı ülkelerden, özellikle de barış anlaşmaları imzalamış olanlardan oluşan Arap manivelasının ortaya koyması beklenen adım, en önemli girişim olmaya devam ediyor. Bu girişim acil, gerekli hale geldi ve öncelikle İsrail-Filistin anlaşmazlığının çözümü için açık ve vazgeçilmez bir çerçeve oluşturması gerekiyor. Bu çerçeve, ‘2002 Arap Barış Girişimi’ ve öncesindeki ‘Oslo Anlaşmaları’nın temellerine ve anlaşmanın Filistin Ulusal Otoritesi’nin kurulmasını ve iki devletli çözüm ilkesinin kabul edilmesini sağlayan sonuçlarına dayanıyor. Nitekim Oslo Anlaşması karşılıklı tanınma olanağını sunmamış olsaydı Filistin Otoritesi kurulmaz ve iki devletli çözüm gündemde olmazdı. Arap Girişimi’nin benimsediği iki devletli çözümün, artık Filistin'de ve bölgede 2002'den bugüne yaşanan bazı değişikliklerden ötürü güncellenmesi gerekiyor. Özellikle zor durumdaki Gazze için büyük ekonomik teşvikler ve İsraillilere de güvenlik garantileri içermeli. Filistinlilerin siyasi, güvenlik ve yaşam koşullarını iyileştirmek için ekonomik teşvikler sunulmalı. Güvenlik garantileri ise ancak şiddeti reddetme, terörün her türlüsüyle mücadele, ulus-devletler dışındaki silahlı örgütleri ve anayasal kurumlarını, bunları meşrulaştıran gerekçeler ve argümanlar ne olursa olsun reddetme başlıkları altında bir bölgesel güvenlik çerçevesi oluşturulmadıkça etkili olamayacak.
Söz konusu girişimin ikinci noktası şu: 7 Ekim operasyonundan sonra Gazze'de yaşananlar şüphesiz kendisini durdurmayı öncelik haline getiriyor. Ama bu, Gazze'nin bahsettiğimiz çerçevenin dışında ya da ayrı olarak ve yalnızca güvenlik ve insani açıdan ele alınması gerektiği anlamına gelmiyor, aksine Gazze’nin Filistin devletinin kuruluşu için kapsamlı çözümün bir parçası ve yalnızca Filistin Otoritesi çatısı altında olmasını istiyoruz. Mevcut aşamaya ve sonrasındaki geçiş dönemine gelince, savaşın durmasının ardından Kuzey Gazze'nin ne yazık ki birkaç ay sürebilecek İsrail güvenlik kontrolüne tabi olması, Güney Gazze’nin ise Mısır ile koordinasyon kurarak aktif bir rol üstlenmesini sağlayacak uluslararası, bölgesel bir insani şemsiyenin, Birleşmiş Milletler'in kontrolü altında olması muhtemel. Eğer bu gerçekleşirse, Filistin Otoritesi'nin ve toplumsal bir sözleşme ile savaş ve barış konusunda ulusal bir vizyon üzerinde mutabakata varan bağımsız, aktif Filistinli figürlerin aktif bir rol oynaması gerekiyor.
Olası barış girişimin üçüncü noktası, İsrail-Filistin müzakereleri için ön mutabakatlar ve ardından tamamlayıcı anlaşmalar yoluyla nihai çözümün ayrıntılarını içerecek bir süreç oluşturmaktır. Söz konusu süreçte ortaya çıkacak pek çok engel var ve bunların en önemlisi, ideal bir çözümü olmayan iki ikilemdir: Kudüs ve mülteciler. Bu durum, Kudüs için ‘özel prosedürlere’ ulaşmak amacıyla Arap ve uluslararası üçüncü taraflardan ve bu iki ikilem üzerinde çalışmış olanların uzmanlığından yardım almayı zorunlu kılıyor. Burada Ürdün'ün kutsal mekanları yönetme ve koruma rolü öne çıkıyor.
Dördüncü nokta, bu müzakere yoluna paralel olarak Körfez ülkeleri, bölgesel güvenliği güçlendirmek ve önerilen çözümü takviye etmek amacıyla İran ile bölgesel siyasi ve güvenlik görüşmeler yoluyla uzlaşıya varmayı amaçlayan ikinci bir süreç daha yürütülmesi çağrısında bulunuyor. İran ile siyaset ve güvenlik konusunda mutabakat sağlanmadığı takdirde tüm bu çabalar, başta İran'ın Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'deki müttefiklerinin rolleri olmak üzere pek çok tuzak ve engelle karşılaşacak. Devrim ihraç eden rejim ile değil, İran devleti ile Körfez ülkeleri arasında gerçekçi ve makul bir iş birliği formülüne ulaşmak kolay bir mesele değil. Özellikle keskin ideolojik farklılıklar, ortak zeminin azlığı ve karşılıklı şüphelerin çokluğu göz önüne alındığında, İran'ı tatmin etmenin komşularını tatmin etmek kadar zor olduğuna şüphe yok. Ancak şunlar gerçekleşirse bu imkansız değil: Her iki tarafın da diğer tarafın kendisini tehdit eden gerçek veya hayali tehlikelere ilişkin algısını kabul etmesi. Daha sonra her ikisinin de risk ve tehdit düzeylerini azaltmak, aralarındaki farklı ve çelişkili çıkarları yatıştırmak için bir dizi kuralı birlikte benimsemeleri. Kendisine ulaşmak için yaratıcı düşünmenin zamanının geldiği ortak formüllere ulaşmaları.
Bu önerinin (programın) ikilemi şu: Bir yandan yerleşim yerlerini genişletmeye ve Batı Şeria'yı ilhak edip Yahudi üstünlüğüne sahip bir devlet inşa etmek çalışırken, diğer yandan Hamas’ı yenmek için yardım isteyen İsrail hükümetinin başında Binyamin Netanyahu var oldukça böyle bir öneri veya program hayata geçirebilir mi? Yoksa Netanyahu’nun yerine kimin geleceğini bilmeden zamanı belli olmayan gidişi mi beklenmeli? Yahut böyle bir girişimin gündeme getirilmesi, Netanyahu'yu köşeye sıkıştırıp aşırılık yanlıları ile birlikte yönetimden ayrılmasını hızlandırabilir, Benny Gantz ve Yair Lapid liderliğindeki muhalefetin işini kolaylaştırabilir mi? Onlarla bu fikir ve öneriler konusunda müzakereler yürütebilir mi?
Diğer yandan şu aşamada alternatifi olmayan Filistin Otoritesi'nin zayıflığı da ortada ve belki de böyle bir girişim ona varlığını düzenleyen çerçeveler üzerinden kendisini yenilemesine yardımcı olacak güçlendirici bir doz verebilir.
Ilımlı Arap ülkelerinin veya Arap manivelasının rolü, bu fikirlerin uygulanmasında ve bunların siyaset ve diplomasi yoluyla paylaşılan bir gerçeklik haline getirilmesinde çok önemli. Burada hem arabulucu hem garantör hem de katalizör olarak ABD'ye olan ihtiyaç ortaya çıkıyor.
Arap dünyasının kalbinden gelen bu girişim, dinin siyasete karıştırılmasına ve mevcut savaşın bir din savaşına dönüştürülmesine karşı bir cevaptır. Bunu yapanlar dünyanın birbiriyle çatışan iki grup, Müslüman gruba karşı Hıristiyan-Yahudi grup şeklinde bölünmesiyle övünenler ile ötekiyi reddetmek için dar kimlik dalgasına kapılan ve kronik İslamofobi olgusunu körükleyen Batılı popülist sağdır. Arap Girişimi aynı zamanda Filistin meselesinin İslamlaştırılmasını durdurmayı ve İsraillilerin artık farklı düşünmeleri, eski varsayımların başarısız olduğunu, İsrailliler ile Filistinliler için ‘ertesi günün’ farklı olması gerektiğini fark etmelerini sağlamayı da amaçlıyor.