Hasan Ebu Talib
TT

Olağanüstü Arap-İslam Zirvesi ve ötesi

Riyad’taki Arap-İslam Zirvesi'nin İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırganlığına ilişkin kararları, yakından değerlendirilmesi gereken istisnai bir an teşkil ediyor. Bu, 57 Arap ve İslam ülkesi liderinin, Arap ve İslam kamuoyunu ilgilendiren en önemli konulardan birini müzakere etmek ve bu konuda tek bir görüş üzerinde anlaşmak üzere ilk kez bir araya geldiği andır. Söz konusu mesele yani Filistin meselesi aynı zamanda, birçok Avrupa ülkesi ve Amerika Birleşik Devletleri hükümetlerinin İsrail’in tarafını tutan ve saldırganlığını destekleyen tutumlarına rağmen, bu ülkelerdeki onurlu hedeflere sahip büyük kitleleri de meşgul ediyor. Zirvenin ve kararlarının istisnalığı, bir yandan Filistin meselesinin dini, ulusal ve insani açıdan birbiriyle örtüşen boyutlarını bünyesinde barındırıyor olmasından kaynaklanıyor. Arap ile İslam dünyasının kaygılarının en büyük kısmını da bu oluşturuyor. Diğer yandan İsrail'in Gazze Şeridi'nde ve işgal altındaki Batı Şeria'da genç ve yaşlı masum insanlara yönelik barbar saldırısı, bir bütün olarak Ortadoğu'nun ve onun ötesinde dünyanın güvenlik ve istikrarına ciddi bir tehdit oluşturuyor. Başka bir deyişle, zirve sadece Arap ve İslam dünyası için duyulan kaygılarla değil, aynı zamanda tüm dünyayı ilgilendiren ve reforme eden, güvenlik ve istikrar seviyelerini yükselten birçok yüksek ilke, inanç ve çıkarlarla da ilgileniyor.

Zirvenin kararları, İsrail’deki savaş seçkinlerinin ve uluslararası destekçilerinin arzuladığı her şeye meydan okuyan, sahadaki bir dizi siyasi, insani ve medyatik aksiyonlarla bağlantılı kolektif bir vizyonu ifade ediyor. Seçkinler ve destekçileri ise Filistin meselesini sona erdirecek bir oldu bittiyi empoze etmeyi, halkını zorla göç ettirmeyi, genç nesillerini kasten öldürmeyi ve sudan güvenlik bahaneleriyle Gazze Şeridi'nin yeniden İsrail tarafından pervasızca işgal edilmesini arzuluyorlar. Arap-İslam Zirvesi, İsrail’in saldırganlığının durdurulması ve bunun insanlık dışı yansımalarının derhal ortadan kaldırılması, BM Antlaşması ve genel olarak uluslararası hukuk tarafından belirlenen, devletler arasında geçerli olan uluslararası kurallara uygun olarak bir arada yaşayacak iki devlet ile sonuçlanacak siyasi bir süreci doğrudan başlatmanın gerekliliği mesajı verdi ve bunun altını çizdi. Bu da kimse aşırıya kaçmadan Arap ve İslam dünyasının gelecekteki eylemlerin ivmesini belirleyebilir. Zirvede Filistin meselesinin merkeziliği ve kendisinden vazgeçilmeyeceği konusunda uzlaşıldı. Uluslararası kararlara ve Arap Girişimi’ne uygun olarak bir Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak uluslararası destek altında siyasi bir süreç izlenmesi, eşit güvenlik ilkesinin gerçekleştirilmesi üzerinde anlaşmaya varıldı. Zira Filistin halkının güvenliği ve kurtarılmış toprakları üzerindeki egemenliği gerçekleşmeden İsrail güvende olamaz. Bu da Arap ve İslam dünyasında, başta ABD ve Başkan Biden olmak üzere büyük ülkeler üzerinde zor kararlar alma yönünde baskı oluşturan bölgesel bir ortam oluşturuyor. Bu ortam, Beyaz Saray’ın iki devletli çözüm ilkesini kabul etmeye ve ona bağlı kalmaya bu zor kararların engel olduğu iddiasını da ortadan kaldırabilir. Bu durumda iki devletli çözüm ilkesini pratik gerçekliğe dönüştürecek, tüm tarafların çıkarlarını dengeleyecek, bölgeyi bir bütün olarak İsrail'in hedeflediği, ısrar ettiği ve inkar etmediği, aksine onu var olmak ve hayatta kalmak için tek kader olarak gördüğü tüm insanlık mirasına düşman kinci ve barbar bir çatışma değil, barışçıl rekabet aşamasına taşıyacak güvenilir bir siyasi süreç başlatılabilir.

Zirvenin istisnalığı yalnızca İsrail'in, savaş ve insan haklarıyla ilgili tüm uluslararası yasa ve anlaşmaları ihlal eden ve cezayı hak eden savaş suçları işleyen işgalci bir güç olarak ne yaptığının açık bir şekilde tanımlanmasıyla ifade bulmadı. Aynı zamanda İsrail ordusuna silah temin eden ve temin etmeye devam eden (ve bunun onları eyleme ve suça ortak kıldığı) destekçilerinin bu suçlardaki ortak sorumluluğunu belirlediği için de istisnai bir zirve oldu. Tanımlamadaki netlik, bu destekçileri bir nevi gözden geçirmeye, yaptıklarını yeniden değerlendirmeye ve durdurmaya, kendi toplumları içinde alışılmadık bir güç ve gürültüyle yükselmeye başlayan ve bu insanlık dışı tutumları kınayan seslere kulak vermeye itebilir. Zirve sadece tanımlamakla yetinmedi, bunu daha da genişleterek eyleme ve harekete de geçti. İnsan hakları ve saldırıya uğrayanlara yardım etmekle ilgilenen uluslararası örgütlere sorumluluklarını üstlenmeye, İsrail işgalinin korkunç eylemlerine sadece kınayarak göz yummamaya çağırdı. Kınama kuşkusuz önemli ama saldırıyı durdurmak ve faillerinden hesap sormak, nezaketten ve İsrail-Siyonist şantaja boyun eğmekten vazgeçmek için mümkün olan en güçlü baskının uygulanmasıyla da desteklenmeli.

Zirve aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısına Doğu Kudüs dahil olmak üzere işgal altındaki tüm Filistin topraklarında İsrail tarafından Filistin halkına ve insanlığa karşı işlenen savaş suçlarıyla ilgili derhal soruşturma başlatılması sorumluluğunu yükledi. Keza Arap Birliği ile İslam İşbirliği Teşkilatı genel sekreterlikleri arasında, 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da işlenen tüm suçları belgeleyecek ortak bir uzman hukuki takip biriminin oluşturulması kararı da büyük önem taşıyor. Bu kararın tam olarak uygulanmasına engel olan hiçbir şey yok, zira çok sayıda yetkin Arap ve Müslüman uzman var. Kasten öldürmelere, sivil hedeflerin ve hastanelerin bombalanmasına ilişkin görsel materyaller, İsrailli sivil ve askeri yetkililerin itirafları siber dünyada yaygın bir halde bulunuyor. Dahası İsrail bunları itiraf etmekten çekinmiyor aksine övünüp gurur duyuyor ve bu da İsrailli savaş seçkinlerinin ve arkalarında duran, ortak insan doğasına aykırı olan bu eylemleri savunan ve destekleyen kamuoyunun dayandığı doktrini yansıtıyor. Tel Aviv Üniversitesi'nin 10 Kasım'da yani İsrail saldırısının başlamasından 1 ay ve birkaç gün sonra yaptığı bir ankete göre İsraillilerin yüzde 57'si ordunun Gazze Şeridi'nde çok az ateş gücü kullandığına inanırken, yalnızca yüzde 1,7'si ordunun çok fazla güç kullandığına inanıyor. İki devletli çözüme verilen destek ise daha önce yüzde 37 iken yüzde 28'e geriledi.

İsrail toplumunda hâkim olan ve aşırılığa, Filistinlilere yönelik benzeri görülmemiş şiddete doğru ciddi bir yönelime dayanan bu tür yanlış algıların düzeltilmesi önemli bir konu ve bilgi alanının güçlü etkisini hesaba katan özel bir mücadele yöntemi gerektiriyor. Dolayısıyla, Arap Birliği ve İslam İşbirliği genel sekreterlikleri denetimi altında ve İsrail ihlallerini reddeden tüm insani yardım aktörlerinin katılımıyla İsrail ihlallerini belgeleyen dijital bir platform oluşturma kararı, İsrail kibriyle mücadele etme ve kendisini dünya çapında mümkün olan en geniş seviyede ifşa etme konusunda Arap-İslam performansında bir değişimi temsil ediyor. İsrail'in her yerden düşmanlarla çevrili, mazlum bir devlet imajı artık evrensel olarak kabul edilebilir bir imaj değil. Saldırgan devlet imajını kamuoyunda ve Batı'daki genç nesiller ile bilgi ve algılarını sosyal medyanın şekillendirdiği diğer toplumlar arasında pekiştirmek ve sağlamlaştırmak, meşru Filistin haklarına verilen destekte büyük bir değişimi temsil edecektir. Gazze ve Batı Şeria'da olup bitenleri belgeleyen fotoğraflar, İsrail’in mazlum olduğu iddialarına verilen en etkili yanıttır.  Önemli olan bu ve benzeri kararların etkili bir pratik harekete dönüşmesidir çünkü Filistin halkının artık bekleme lüksü yok.