Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Gazze'nin Arap ülkeleri açısından tehlikeleri

Ne Hamas hayatta kalma mücadelesinde yalnız, ne de uğradığı aşağılamanın etkilerini silmek ve konumunu yeniden kazanmak için mücadele eden İsrail yalnız. Bütün bölge başka nedenlerle patlayan bir yanardağın ağzında, Gazze ise patlamanın butonu.

Gazze krizini ele alırken dalgaya ayak uydurup popüler eğilimlere uymak mı, yoksa onları görmezden gelmek mi daha doğru?

Yanıtı ele almaya geçmeden önce aşırılığın öyküsünü ve savaşların fikirlerle ilişkisini anlatalım. Zira savaşlar radikal grupların avlanma mevsimidir.

ABD'nin 2001 yılında Afganistan'da el-Kaide'ye karşı başlattığı savaşla birlikte radikalizm bölge ülkelerinin camilerine, evlerine ve okullarına kadar girdi. ABD 2003'te Irak'ı işgal ettiğinde bu durum daha büyük ölçekte tekrarlandı. Saddam'ın güçleri üç hafta içinde hızla çöktü ve ABD Bağdat'ı kolayca işgal etti. Ancak bir yıl sonra, radikal söylemin binlerce Arap genci Suriye üzerinden önce el-Kaide, ardından DEAŞ bayrağı altında savaşmaya çekmesiyle savaşın yönü değişti. Bunlar denklemi değiştirdiler ve Amerikan kuvvetleri çekilirken, İran sahneye hâkim oldu.

Radikal görüşlü örgütler sadece Irak ile yetinmediler, ilerlemelerini sürdürdüler ve saldırıları 2003-2010 yılları arasında Arap ülkelerinin yarısından fazlasını hedef aldı.

Silahlarla değişim sağlanamayınca, 2011'de Arap Baharı denilen hadise patlak verdi. Arap Baharı aslında, radikallerin aktif olduğu Tunus, Mısır ve Yemen ve aynı şekilde daha önce Irak'taki cihatçı grupların kuluçka merkezi olan Suriye gibi ülkelerde, farklı protesto başlıkları ve yerel liderler altında daha önce yaşanan olayların bir uzantısıydı.

Gazze krizi devam eden bir savaşın muharebelerinden biri ve bugün Afganistan, Irak ve Arap Baharı ülkelerinde yaşanan ve bölgeyi hedef alan krizler gibi tetikleyici rol oynuyor. Görünen o ki, çok az ülke yeni ortaya çıkan riskleri yönetme konusunda kendi iç konumlarını kontrol ve takviye ediyor.

Kuzey Gazze'deki çatışmaların ve trajedilerin dumanı, Arap toplumlarında neyin şekillendiğini görmeyi neredeyse engelliyor. Geçmiş savaşlarla mevcut savaşın ortak paydası, bazı muhaliflerin çatışma ve trajedileri, hükümetleri ve bölgesel güçleri kuşatmak için kullanmasıdır. Girişimlerini tekrarlamaktan yorulmayan bu güçler, Irak, Suriye ve Libya'daki başarısızlıkları ve Mısır'ı kaybetmelerinden bu yana ilk kez bugün geri dönüyorlar.

Her ülkenin krizle baş etme yöntemi farklıdır. Suudi Arabistan, Gazze ve İsrail saldırısına karşı net bir resmi tutum sergiledi. Diplomatik faaliyetlere öncülük etti, bir Arap ve İslam zirvesi ile Afrika zirvesine ev sahipliği yaptı. Bağış kapısını açarak yarım milyar riyali aşan bir meblağ topladı ve bu bölgedeki en yüksek rakam. Ancak Suudi Arabistan’da okulların, camilerin, forumların ve yerel medyanın artık geçmişte olduğu gibi kamuoyunu yönlendiren radikallerin üreme alanı olmadıkları dikkat çekiyor. Bu nedenle cihat ve gençleri seferber etme çağrıları gözden kayboldu.

Tam tersi yolu seçen hükümetler de vardı. Öfke yüklerini boşaltacaklarını ve bu dalgadan popülerlik kazanacaklarını düşünerek kışkırtıcı söylemin savunucuları ile yarıştılar. Bana göre bu aynı hatayı tekrarlamaktır. Zira radikal çağrılar böylece hükümetlerin kendilerine güç yetiremeyeceği kadar radikal hale gelirler. Batılı ülkelerle ilişkilerin kesilmesini, ithalatın engellenmesini talep ederler, onları savaşmaya davet eder ve şiddeti teşvik ederler. Gazze meselesinden uzakta, kendi ülkelerindeki rejimlerin aleyhine döndüklerini de geçmiş olaylardan biliyoruz. Gazze halkı ve Hamas ile dayanışma, radikal söylemlerin teşvik edilmesini, davetçi kampanyaların başlatılmasını veya dini, eğitimsel ve medya platformlarının kapılarının bu kampanyalara açılmasını gerektirmez.

​Radikal davetçi propaganda medyasını yöneten grupların daha organize ve yetenekli hale geldiğini görüyoruz. Bugün, daha fazla sayıda insana ulaşmaktalar ve 2011 devrimlerinin kaosu içinde tanık olduğumuzdan daha hızlılar.

Mevcut Gazze savaşında radikaller sembol ve fikirleri pazarlıyorlar; Ebu Ubeyde, Bin Ladin, Nasrallah, 7 Ekim ve diğerleri gibi. Bu insanların meselesi Gazze değil, Gazze onlar için Irak'taki Felluce gibi. Gazze'nin kaderi de Felluce ile aynı olacak; yıkım, yok oluş ve halkının kaderine terk edilmesi.

İsraillilerin Gazze'de saldırı, öldürme ve yıkım anlamında gerçekleştirdikleri, açıkça masumları hedef alan vahşi bir intikam eylemidir, radikal grupların söylemlerini körükleyecek ve kamuoyunda seslerini yükseltecektir. İsrail, radikalizmin ve radikallerin yayılmasını umursamıyor, aksine Filistinli muhaliflerine radikalizm kisvesi giydirerek bundan sıklıkla yararlandı.

Bu İsrail için geçerli, platformların, okulların ve medyanın kapılarını açarak radikal söylemlere hoşgörü gösteren Arap toplumları ise daha büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacaklar. Bu kez muhalifleri, son 20 yılda fikri oluşum çağında doğmuş olanlar. Geniş ve sınır ötesi ağlarda daha etkili araçlara ve yüksek düzeyde ustalığa sahip bireyler.