İsrail'in Gazze'deki suçları devam ediyor ve acımasız askeri makinesi durmuyor. Gazze’de geniş alanları silip süpürüyor ve sakinlerini toplu halde kuzey ile güney arasında göç etmeye zorluyor. Vurucu askeri gücüyle onları Gazze sınırları içinde bile zorla yerlerinden ediyor. Gazze içinde veya dışında aklı başında her insan böyle bir akıbeti istemiyordu. Akıllı biri bunun 7 Ekim'de yaşananların kaçınılmaz bir sonucu olduğunu bilirdi.
“Bir kez daha Filistinliler, kendilerini İsrail askeri silah makinesine altın tepside sunan direnişin kurbanı oluyorlar. Gazze'deki Filistinli vatandaşın füzelerin, uçakların, bombaların hedefinde olacağını, altyapının büyük zarar göreceğini bugün herkes biliyor. Bir günlük kahramanlık Filistinliler için uzun süreli bir felakete dönüşecek.” Bu cümleler, bu satırların yazarı tarafından Gazze sınırındaki İsrail köyleri ve yerleşim yerlerine yönelik öngörülemeyen sonuçlar doğuran saldırıdan yalnızca bir gün sonra yazılmıştı ve bu gazetede, bu köşede yayımlanmıştı.
Bu, geleceği tahmin etmek ya da kehanet değildi, dikkat çekici ve sıcak bir olayın oldukça gerçekçi okumasıydı. Dikkatli okuyucu, Gazze'nin çeşitli silahları, gücü ve şiddetiyle nasıl İsrail saldırısının hedefi haline geldiğini her gün görebilir. Her ani ve eşitsiz savaşta olduğu gibi, her iki tarafta da hedefler değişirken kurban aynı; Gazze'deki Filistin halkı.
Dünyadaki hiç kimse, Suudi Arabistan’ın Filistin meselesine yönelik tutumunu bir açık artırma konusu yapamaz. Tarihi ve mevcut liderlerinin ifadeleri bu tutumuna tanıktır. Sayılar, pozisyonlar ve açıklanan politikalar kanıtıdır. Onlarca yıl içinde meydana gelen ve şahitlerinin hâlâ hayatta olduğu ve hatırladığı olaylar delilidir. Suudi Arabistan’ın desteği Filistin'e, halkına ve davasına yönelikti ve Filistinliler tek meşru temsilcileri olarak Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) seçtiklerinde Suudi Arabistan onu tüm gücüyle destekledi. Filistin Otoritesi kurulduğunda kimse onu Suudi Arabistan gibi desteklemedi, dolayısıyla tarih Suudi Arabistan’ın tutumunu açık artırma konusu yapmak isteyen herkesi susturmaktadır.
Bu tutum, Filistin halkı ve tek meşru temsilcisi için geçerli. FKÖ dışındaki örgütlere gelince, Suudi Arabistan ne safların bölünmesini ne de Filistin açısından siyasi veya ulusal yükümlülüklerden yoksun silahlı grupları kabul etmedi. Bu grupların en ünlü örneği Sabri el-Benna (Ebu Nidal) Örgütü veya Fetih Hareketi Devrim Konseyi idi. Bu, kişisel çıkarları için çalışan ve Filistin ile alakası olmayan ülkelerin ajandalarına hizmet eden bir grup paralı askerin bir araya geldiği bir örgüttü. Ebu Nidal daha önce Irak ve Libya'ya hizmet etmiş, menfur eylemler gerçekleştirmiş ve bazı Filistinli liderlere suikast girişiminde bulunmuştu.
Kendi kişisel veya ideolojik çıkarları için çalışan veya Filistin, davası ve halkı ile hiçbir ilgisi olmayan bölge ülkelerinin ajandalarına hizmet eden herhangi bir örgüt, Ebu Nidal Örgütü gibidir. Özellikle de Arap ülkelerine ve halklarına açıkça düşman projeleri olan ve Filistin meselesini kendileri ve projeleri için manipüle eden bölgesel destekçileri bulunuyorsa.
Meseleleri ayırıp sınıflandırmak onları doğru anlamaya yardımcı olur; Filistin, Filistin halkına aittir ve Filistin halkı tek meşru temsilcisi olarak FKÖ’yü seçmiştir. Gazze ve Batı Şeria'daki Filistin halkı, iktidarı zorla ele geçirseler bile FKÖ ve Filistin Otoritesi dışında hiçbir grubu seçmediler.
Gazzeliler, FKÖ dışındaki hiçbir grubun kendilerini temsil etmediğini ve onların çıkarları doğrultusunda çalışmadığını çok iyi biliyor. Bu gruplardan bazılarının bağlantılarını, ideolojik ve siyasi liderlerini biliyorlar. Bazılarının ses ve görüntü olarak mevcut açıklamalarında Gazze’yi ideolojilerinden daha küçük saydıklarını, şu veya bu grubun hırslarını temsil etmediğini söylediklerini biliyorlar. Burada Filistin halkı ve haklı davası ile FKÖ dışındaki herhangi bir hareket veya grup arasında ayrım yapmak, Filistin davasının ve Filistin halkının bazı grupların eylemleri nedeniyle haksızlığa uğramaması için önemli ve gereklidir. Nitekim Filistin Haber Ajansı'nın haberine göre Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, olayların başlamasından kısa bir süre sonra "bazılarının eylemlerinin Filistin halkını temsil etmediğini" açıkladı.
İsrail'in yaptığı her şey tüm norm ve standartlarda kınanmayı hak ediyor, ancak bazı gruplar yaptıklarını hiçbir Filistinliye, Arap veya dünyanın her yerindeki destekçilerine danışmadan yaptılar. Öte yandan bazı grupların destekçileri de bunların “direniş” hareketleri olduğu ve direnişin her zaman ve her yerde herkes için meşru olduğu fikrine dayanıyorlar. Bu fikir, söz konusu destekçilerin söylemlerinin uygun olmasını umduğum bir özetidir ve böyle bir fikrin tartışılması iyi olur.
Bu nedenle burada halkların genel ve mutlak “direniş” hakkından değil, bir grubun kendi halkını dışlayarak “direnişi” tekeline alma hakkından bahsediyoruz. Bölgedeki direniş ekseninin dört Arap başkentini işgaline dayanak olarak kullandığı “direniş” kavramı fikrinden bahsediyoruz. Bu “devleti yok sayan bir direnişin” amaçlandığı özel bir kavramdır. Lübnan, Yemen ve Irak'ta da böyle oldu; Lübnan Hizbullahı Lübnan devletini, Husi milisleri Yemen devletini, Haşdi Şabi de Irak devletini yok saydı. Burada yok saymayı, devletin değerinin ve nüfuzunun yok sayılması, siyasi kararlarının ve kaderinin gasp edilmesi anlamında kullanıyoruz.
Filistin ve başkaları için de istenen budur, yani Filistin'de devleti ve halkı yok saymak, karar alma mekanizması, devlet ve halkın kaderini tekeline almaktır. Hangi rasyonel mantık ve siyasi analiz ile böyle bir söylem teşvik edilebilir? Bu söylem kendisini benimseyenleri iki şeyle yükümlü kılıyor; birincisi, bu söylem bölgedeki tüm “milislerin” ve “terör örgütlerinin” “devlete” saldırmasını ve “halkı” rehin almasını meşrulaştırıyor. Zira bazı grupları savunurken “devleti yok sayan direnişin” meşruluğu ile ilgili söylenen her şey, el-Kaide”, DEAŞ ve diğer örgüt ve milisler için de söylenebilir.
İkincisi, eğer bu yerleşik bir kuralsa, tüm bölge ülkelerine uygulanması gerekiyor. Bunu savunanlar, faaliyet gösterdikleri ülkelerde terör örgütü olarak sınıflandırılan Türkiye'deki “PKK”, İran'daki “Halk Mücahitleri Hareketi” veya bu iki harekete benzer bölgedeki diğer direniş hareketlerini de tamamen desteklemeli, kültür ve medya alanında propagandalarını yapmalılar. Ancak bazı grupları ve “direnişi” savunanlar, Arap ülkelerine yönelik büyük düşman projeleri olsa bile, Arap olmayan bölge ülkelerine karşı tek kelime etmiyorlar.
Ebu Nidal'ın paralı askerleri gibi paralı askerler tutumlarını ve analizlerini değiştirdikleri zaman bunu şeref ve kahramanlık veya derin düşünce ve fikri kararsızlık anlamlarıyla örtmeye çalışırlar. Kendilerini saygın isimlerle anmaya çalışırlar ve güneşin balçıkla sıvanamayacağını ve deliğin bazen yamadan daha büyük olduğunu unuturlar.
Son söz, Allah Gazze'yi ve halkını hem uzak hem de yakın haksızlıklardan korusun.