Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Çin-ABD yörüngesi!

Bize ‘siyaset biliminde’ dünyada kriz vaktinin geldiğini, karar alma yetkisine sahip olanların medyayı dolduran gürültüden etkilenmemesi gerektiğini, hatta dikkatleri olayların gerçek yönünden başka yöne çekmeyi amaçlayan siyasi hareketlere dahi yer vermemesi gerektiğini öğrettiler. Anlamlı hamleler askeri niteliktedir veya ekonomik hükümlerdir. Bu politika, bundan sonra dünyadaki savaş, barış, gerilim ve uyum hikayelerini belirleyecek olan küresel güç dengesini etkiliyor. Sis genellikle savaşlarla birlikte gelir ve ışığın hareketine göre renklerin, toprağın ve suyun karıştığı serap türleri yaratır. Bahsettiğimiz şey, ‘Beşinci Gazze Savaşı’nda’ silah sesleri ve bomba patlamaları arasında, Pasifik Okyanusu kıyısındaki Kaliforniya eyaletinin ev sahipliği yaptığı Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Zirvesi’nin oturum aralarında bir Çin-ABD zirvesinin düzenlenmesi. Zirve, bir yıl önce Endonezya'nın Bali şehrinde G20 toplantısı çerçevesinde gerçekleştirilen benzer bir toplantının ardından geldi. Burada önemli olan, zirvenin Tayvan sorunundan uyuşturucu sorununa kadar iki ülke arasındaki neredeyse tüm stratejik konuları kapsayan heyecan verici bir dizi toplantı sonrasında gerçekleşmesidir. Bu görüşmeler, olumlu açıklamaların yanı sıra geçtiğimiz ekim ayının son günlerinde hız kazandı. Görüşemeye katılanlar arasında ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jack Sullivan, Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Kaliforniya Valisi ile Çinli mevkidaşları da vardı; ta ki Şi ve Biden buluşana kadar. Şi ile Biden arasındaki toplantı, Ortadoğu'da 7 Ekim'de başlayan ve bu yazının yazıldığı ana kadar devam eden savaş dönemine denk geldi. Ancak şaşırtıcı olan, toplantının ortasında Gazze savaşının ne anlaşma ne de anlaşmazlık açısından neredeyse hiçbir etkisinin olmamasıydı. Her iki ülkenin de sivillere yönelik saldırıları reddeden bir tutuma sahip olduğu ve her ikisinin de zorlu Filistin meselesinde iki devletli çözümden yana olduğu biliniyor. ABD-Çin görüşmesinin manşetlerden neredeyse kaybolması, yalnızca iki devin dünyanın yeniden düzenlenmesiyle ilgili daha önemli konuları tartıştığı anlamına geliyor.

Burada dikkat çeken gerçek şu ki, Beşinci Gazze Savaşı'na kadar bu olay, Koronavirüs krizi yıllarından bu yana dünya için yaşanan en büyük olaydı. Ukrayna krizinin ardından Çin'in dünyanın ikinci süper gücü konumuna yükselmesi kesinleşti. Kriz sırasında gerçekte yaşanan, ikinci süper gücün hiç de süper güç gibi davranmaması, bir haberciyle ve bir açıklamayla yetinmesiydi. Savaş denkleminde ‘Çin gizemi’ önemli görünüyor. Hamas, saldırısını 7 Ekim'de, dünyanın Ukrayna savaşıyla meşgul olduğu bir dönemde başlattı ve bu, ABD'nin Gazze savaşının başlamasından hemen sonra doldurmaya çalıştığı bir boşluk yarattı. Rusya'nın gücü, kazanamadığı savaş ve zafer ya da geri çekilme stratejisi arasında kalmış görünen Putin nedeniyle solgunlaştı. Ama Çin başka bir şey. Ekonomik olarak doların satın alma gücüyle ABD’yi aşıyor, teknolojik olarak ise yere ve göğe yayılıyor. ABD, Avrupa ve Hint-Pasifik bölgesine odaklanmak için Ortadoğu'dan çekilirken Çin, Suudi Arabistan'da Arap-Çin zirvesi düzenliyor ve Suudi Arabistan ile İran arasında bağ kuruyor. Kuşkusuz bu girişimlerin etkisi Bir Kuşak Bir Yol'a yayılıyor.

‘Çin bilmecesine’ ilişkin asıl soru şu: Çin mevcut Ortadoğu krizinin neresinde?

Hamas ve İsrail saldırısıyla ilgili savaşın kınanması sönüktü ve Çin Ortadoğu Özel Elçisi yüksek sesle konuşmuyordu. Her şeye rağmen Çin Devlet Başkanı'nın Washington ziyareti Çin'in çıkarları listesinin başında yer aldı. Ancak zirvede Ortadoğu'nun varlığı fark edilmedi. ‘ABD bilmecesi’ ise çok yönlüydü: Krizin başlangıcında İsrail'e yönelik kararlı bir duruş vardı ve ABD'nin desteği, Avrupa'nın ezici desteğini arkasına aldı. Washington, Arapların dikkatini, krizi iki devletli çözüm temelinde barışa ulaşma fırsatı haline getirmek istediğine çekiyordu. Destek yoluyla İsrail'e yatırım yapmanın geri dönüşü olmadı. Zira bu, ABD'nin uyarılarına rağmen İsrail'in Filistin hastanelerine yönelik saldırısını durdurmadı. ABD ile İsrail arasındaki mesafe, İsrail ilk olarak Mısır yönünde Nekbe’yi hayata geçirme, ikinci olarak Gazze'yi kitlesel anlamda yok etme, üçüncü olarak İsrail'in Gazze Şeridi’ni süresiz olarak işgal edeceğini ilan etme, dördüncü olarak Ürdün yönünde Nekbe'ye imkan verecek şekilde Batı Şeria'ya girme, beşinci olarak İsrail artık Lübnan'da Hizbullah'la ve Yemen'de Husilerle savaş başlatmaktan çekinmeme yönündeki doğrudan hedeflerini ifade etmeye başladığında çok geniş görünüyordu. Kısacası İsrail, ABD'nin başarmaya çalıştığı her şeye karşı çalışıyordu. İsrail'in ABD'ye yönelik tavrı soğuk ve bazı yerlerde alaycıydı. Bir keresinde Bill Clinton, İsrail liderleriyle Beyaz Saray'da yaptığı toplantının ardından, dünyadaki süper gücü kimin temsil ettiğini sordu.

İki bilmecenin özü; ABD'nin, ana çıkarlarının Asya kıtasında yer aldığını iddia ederek yakın zamanda çekilmeye kararlı olduğu bir bölgede nükleer ve konvansiyonel amaçlarına kadar müdahil olması, öte yandan Çin’in temkinli davranmasıydı. Belki de Çin, Ortadoğu'nun derin denizlerine karışmaktan korkuyordu. Tabi ki bu sorunsuz bir zirve konferansı olabilir veya her ikisinin de Çin'le önemli ekonomik çıkarları olan iki ülke (Suudi Arabistan ve İran) arasında bir köprü kurulması olabilir. Ancak Arap-İsrail çatışmasının denizleri daha derin, Filistin meselesi ise çetrefilli ve bu meseleye dahil olanları acı verici dikenlerle vuruyor. Hele ki Çin'in tarihsel olarak Araplara dost olduğu ve şimdi teknoloji ve ABD'nin İsrail'le içinden çıkılamaz bağlar kurduğu düşünülürse…

Eğer öyleyse, Washington ile Pekin arasındaki San Francisco Zirvesi neye ulaştı? Eğer Ortadoğu zirveden çok uzaktaysa, iki süper güç ne üzerinde anlaştı? Yoksa Çin ‘yeni bir tür süper gücü’ mü temsil ediyor?