Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Araştırmacının eğilimleri ile bilim üretimi arasında

Gerçekler ve değerler arasındaki ayrım, bilimsel araştırma akademilerinde yerleşik geleneklerden biridir. Amaçlanan, araştırmacının veya eleştirmenin kişisel ve toplumsal önyargılarını, araştırma anında, araştırma konusunu veya metodolojisini seçerken veya sonuçlarını değerlendirirken bir kriter haline getirmemek için azaltmasıdır.

Gerçek şu ki, konuyu kişisel eğilimlerden tamamen ayırmak en zor şeylerden biri, hatta bazıları bunun imkânsız olduğunu iddia ediyor. Ben öyle düşünmüyorum ama zorluğunu biliyorum. Kriz koşullarında, iç ve bölgesel çatışmalarda, özellikle de kimlik meseleleri etrafında dönen, kimliğin bunları körükleyen bir faktör olduğu veya tarafların elinde bir silah olduğu durumlarda bunun daha zor olduğunu biliyorum.

Bir araştırmacının kendi kişisel eğilimlerini veya toplumunun eğilimlerini takip etme çabası, bilimin üretilmesine yardımcı olmaz. Aksine, büyük olasılıkla ‘gönülleri hoş etmeye’ yol açacaktır. Yani, araştırmacı veya ‘grubu’ için konforlu sonuçlara ulaşmak anlamına gelir. Çünkü bunlar, basitçe, her zaman söyledikleri ve söylemek istediklerini, yeni bir kılıkta veya farklı bir dilde teyit eder.

Yakın zamanda din ile mit arasındaki ilişkiyi konu alan bir kitap okudum. Yazarı, Avrupalı ​​bilim adamlarının dinde gerçek ile hayal edilen arasındaki mesafeye ilişkin görüşlerini açıklamaya nispeten geniş bir yer ayırmıştı. Yazarın, İslam ile mit arasındaki ilişkiyi ve bu konudaki Müslüman düşünürlerin görüşlerini tartıştığı bölüme geldiğinde, kimlik motoru devreye girdi. O düşünürlerin görüşlerini ve gerekçelerini tartışmayı ihmal etti ve bunun yerine, o görüşlerin Avrupa'daki yaygın benzerleriyle bir benzerliği olduğunu iddia etmeye odaklandı. Bu temelde, onları İslami alanın dışında ve din hakkındaki düşünce olarak ele alınması gereken görüşler olarak değerlendirdi.

Bu konum, yazarın ideolojik eğilimlerinin ya da toplumsal çevrenin çıkar ve istekleriyle bağlantısının bir sonucu olabilir. Kamuoyunu takip etmenin daha kolay olduğuna hiç şüphem yok. Düşünürün ya da kanaat yapıcının kendisi bu yolu seçmediği sürece toplumla boğuşmak ve akışın tersine gitmek zorunda olmadığını defalarca dile getirdim. O da diğerleri gibi katlanabileceği sonuçlara katlanmakta özgürdür. Bu nedenle, kendisinin veya başkalarının, diğer insanların ve diğer mesleklerdeki kişilerin taşımak zorunda olduklarından daha büyük sosyal yükler taşımasını talep etmek adil değildir.

Bu sözlerimi, muhafazakâr görünse de düşünce dünyasından olup da tamamen susmak zorunda kalan, ya da inançlarını göz ardı etmek veya genel akımı takip etmek zorunda kalan, huzuru arzulayan o kesime hak vermek için söylüyorum. Bu yolu seçen birçok kişiyi tanıyorum. Toplumun baskısını, hatta fikir sahiplerine bir zamanlar ‘merdiveni enine taşımak’ diye tabir edilen şiddetini deneyimledikten sonra bu yolu seçtiler.

Buna paralel olarak toplumlarda eleştiri ruhu kaybolursa ilerlemenin mümkün olmayacağını biliyorum. Eleştirinin doğru veya yanlış zamanı yoktur. Vizyonları ve konumları açıklamak için uygun bir zaman olmadığı gibi, uygun olmayan başka bir zaman da yoktur. En kötü koşullarda olsak bile, görüşlerin özgürce ifade edilmesi her zaman ve her durumda mümkün olmalıdır. Kriz zamanlarında eleştirinin insana zarar vermesinden korktuğu şey, kesinlikle maddi bir zarara yol açmayacaktır. Tam tersine Arap dünyasında yaşanan ve halen tekrarlanmakta olan en büyük zarar, atalarımızdan bize miras kalan, alıştığımız yolun dışında bir yola işaret eden seçeneklerin hakimiyetidir.