Mustafa Özcan
TT

Dini, siyasi istibdat ve tesirleri

Gazze olaylarıyla birlikte Batı kamuoyunun yaşananlar karşısında kıpırdandığını, gayet zinde ve diri olduğunu gördük. Bu durumu İslam dünyasına uyarladığımızda aynı manzarayı göremiyoruz.  Batı ile karşılaştırıldığında  bizdeki kamuoyu refleksinin gayet cılız, ürkek ve yetersiz olduğu görülüyor. Bunun nedenini de kendimize sormadan edemedik. Karşımıza iki neden çıktı. Dini ve siyasi istibdat.

 Batı’da vicdanının sesiyle hareket eden sağlıklı bir kamuoyu olduğunu görebiliyoruz.  Kilise ve siyasi erkin hatta basının yanlı tutumunu aşarak vicdanlarının sesine ulaşmışlar. Kamuoyunun teşkilinde özgürlük ve doğru bilgiye ulaşmak çok önemli olmalı. Bununla birlikte Batı basını ve liderlerinin kamuoyuyla aynı dalga boyunda olmadıkları görülüyor.  Öyle ise kamuoyu dış etkilerden azade olarak kendi ekseninde mi deveran ediyor? Kamuoyu ile siyasilerin aynı çizgi veya hatta olmadıklarını görüyoruz.  Siyasilerin ve basının kamuoyunun aksine Körü körüne İsrail’i desteklediklerini görebiliyoruz. Bununla birlikte bu alanda doğan boşluğu sosyal medya dolduruyor, kapatıyor. Her savaşın bir medyası oluyor.  Bu savaşın da medyası sosyal ağlar olmalıdır. İsrail’de de mevcut dini ve milli taassuba rağmen az çok bağımsız bir kamuoyu olduğunu görebiliyoruz. Bunun nedeni de İsrail’de basının ileri düzeyde bağımsız olmasıdır. İsrail’in meziyetlerinden birisi budur.  İsrail’de özellikle sol cenahta yer alan yazarlar doğru bildiklerini çekinmeden yazabiliyorlar. Siyasilere ayar verebiliyorlar. Kimi zaman  Avraham Borg gibi siyasi liderler de aykırı telden çalabiliyorlar.     

Buna mukabil Şarkta durum pek parlak ve iç açıcı gözükmüyor. Sağlıklı bir kamuoyunun olduğunu söylemek mümkün değil. Zira kamuoyu dini ve siyasi baskılarla ya da dini ve siyasi istibdatla kontrol altında tutuluyor.

Bunu anlamak için ABD’nin Irak’ta işgal sonrasındaki ilk valisi Paul Bremer’in sözlerine kulak kabartmak ve bakmak kafidir. Siyasi istibdadı anlamak için de Condoleezza Rice’ın itiraflarına bakmak yeter.

Paul Bremer hatıratında veya kendisiyle yapılan mülakatlarda neden Sünniler yerine Şiilerle ortaklık kurdukları anlatırken Şiilerin tek elden dini istibdat yoluyla ve kurumuyla yönetildiklerini söylemesi manidar görünüyor. Büveyhilerden beri Şii dünyada dini istibdat duvarı kalınlaşmıştır. İstibdat dini kurum altında organize olmuştur. Özgürlükleri boğmaktadır.  İstibdat kitlelerin kişiliğini törpüler. Şiilerin havzaları ve dini mercileri var. Onlar bağladığınızda Şii sokağı bağlamış oluyorsunuz. Nitekim Paul Bremer’dan 250 milyon dolar alan Ayetullah Sistani ABD’ye karşı cihadı yasaklamıştır! Sünni cihadın meyvelerini de yine bu kaypaklık yoluyla Şiiler devşirmiştir. Peki tarihi süreç nasıl gelişti?

Şii mercilerden Kemal Haydari Sekizinci İmam İmam Rıza’ya atfen Meclisi’nin kaleme aldığı Bihar el Envar gibi Şii merviyatını böğründe toplayan hadis mecmua ve külliyatlarının yüzde 90 itibarıyla uydurma ve mevzu olduğuna parmak basmaktadır.  Bu karanlık ortamda da din adamlarının istibdadı yükselmektedir. Bu da Şii kitleler nezdinde yanlış dini telakkilerin oluşmasına neden olmuştur. Bunun sonucu avam tamamen devre dışı kalmış ve sağlıklı bir kamuoyunun oluşumunun önüne geçilmiştir. Kitleler hatta ABD nezdinde, merci-i taklit ya da molla ne diyorsa, o’dur.  Ötesi yok. Nitekim Ali Şeriati veya  Abdulkerim Suruş’un  ekolünden gelen Haşim Ağacari Şii taklit müessesesinin taklit yoluyla kitleleri maymuna çevirdiğini söylemiştir!  Dini deneyimin acı meyvelerini tadan halk tabakaları bulunduğu durumdan veya dini vaziyetten bir çıkış yolu bulamadığından dolayı kilitlenmiş ve dine yabancılaşmıştır. Bu açıdan dini istibdadın mutlaka izale edilmesi gerekir. Elbette bunun karşılığı teseyyüp veya dini dağınıklık veya gevşeklik değildir.  Avamın da katılacağı etkileşim ortamıyla sağlıklı kamuoyu teşkiline giden yolu açmaktır. İnsanları ruhbana değil akılla sağlam ilişkisi bulunan burhana tabi kılmaktır.  

Siyasi istibdada gelince bunun açıklamasını da BOP çerçevesinde demokrasi paketini açıklayan Condoleezza Rice yapmıştır. Mealen şöyle demiştir: Biz 60 yıldır bölgede yani Ortadoğu’da askeri rejimlerle çalıştık, müstebitleri ve siyasi istibdadı destekledik.  Bu destek nedeniyle bölge halkı bize yabancılaştı ve düşman kesildi.  Zihinleri ve gönülleri yeniden kazanmak ve ortamı düşmanca duygulardan arındırmak için demokrasiye şans tanımalıyız.

Demokrasi havariliği üzerinden bölgeye vahşet getirince daha doğrusu kendilerinin de demokrat olmadıkları anlaşılınca bu paket veya reçete sahipsiz kalmış ve etkisini gösterememiştir. Nitekim 18 ay sonra yine Condoleezza Rice biz yine eski tarza geri döndük demiştir. Zira en iyi bildikleri şey budur.

 ABD bölgede ve çevresinde Hüsnü Zaim, Nasır ve Kenan Evren örneklerinde olduğu gibi daima darbeleri ve generalleri ve siyasi istibdadı desteklemiştir. Neden? Batı’da Gazze olaylarında yaşandığı gibi kabuğundan çıkmış kamuoyunu kontrol ve yönlendirmek zordur. Lakin mollaların ya da generallerin kulağına fısıldarsın ve istediğini alırsın. Yunanistan’ın NATO’nun güney kanadına dönüşü için sivillerin (Demirel ile Ecevit) olurunu alamayan Beyaz Saray çar naçar ‘kamuoyu ne der’ korkusunun geçtiği ortamı ve Ankara’daki adamlarının darbesini bekleyecektir.   

NATO Avrupa Kuvvetler Başkomutanı Alexander Haig ve ardından bu göreve gelen Gen. Rogers hem Bülent Ecevit hem de Süleyman Demirel nezdinde girişimde bulundular ama sonuç alamadılar. 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin CIA Türkiye Masası İstasyon Şefi Paul Henze askerî müdahaleyi haber alırken, haberi Carter idaresine ulaştıran diplomatın "[y]our boys have done it" (seninkiler yaptı/bizim çocuklar işi bitirdi) dediği öğrenildi. Bu husus Mehmet Ali Birant tarafından da deşifre edilmiştir.

 Velhasıl, istibdat kitleleri tutuk hale getirme sanatıdır.