İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Henry Kissinger yüzyılı

20’nci yüzyılın ikinci yarısında yaşanan önemli hadiselerden bahsederken, bu hadiselerin meydana gelmesinde veya etkilenmesinde bariz bir rol oynayan Henry Kissinger’ı atlamak zor. Köken bakımından Alman, din bakımından Yahudi ve iliklerine kadar Amerikan dostu olan bu adam, yalnızca bir ulusal güvenlik danışmanı, dışişleri bakanı ya da diplomasi alanında ileri gelen bir akademisyen değildi. Bu adam aynı zamanda bir vizyon sahibiydi. Onun uluslararası sahnede oynadığı roller, ancak bu vizyon sayesinde anlaşılabilir. Bu vizyonu, Amerikan nüfuzunu tüm dünyaya dayatmak ve bu nüfuza karşı çıkan güçlerle en iyi ihtimalle diplomasi yoluyla, diplomasi yetersiz kalırsa da güç yoluyla yüzleşmek şeklinde özetlemek mümkün.

Arap dünyamızda Henry Kissinger’ın Ekim 1973 Savaşı’nda ve İsrail’e karşı Mısır ve Suriye cephelerinde ateşkes müzakerelerinde oynadığı rol hafızalardaki yerini koruyor.

Kissinger, Enver Sedat’ın iktidarı devraldıktan sonra Sovyet uzmanları Mısır’dan kovma yönünde aldığı önemli bir kararı dikkatinden kaçırmadı. Sonra da dilinden şu meşhur sözü döküldü: “Ortadoğu’da çözüm kartlarının yüzde 99’u ABD’nin elindedir.” ABD’nin eski İsrail Büyükelçisi Martin Indyk, Kissinger hakkında kaleme aldığı “Oyunun Ustası” adlı kitabında Kissinger’ın şu sözünü aktarıyor: “Sedat, uzmanları Mısır’dan kovmadan önce Washington’ı arayıp da bir şey isteseydi istediği şeyi alırdı. Ama o, bu harika adımı bize bir şeye mal olmadan attı.” Sedat’ın ondan bir şey talep etmesi için Kissinger’ın, Ekim 1973 Savaşı’nı beklemesi gerekiyordu. Sedat, Ocak 1974’te Sina’da ilk geri çekilme anlaşmasını, ardından da Eylül 1975’te ikinci anlaşmayı istemişti. Bu iki anlaşma arasında da Mayıs 1974’te Golan Cephesi’ndeki ateşkes vardı.

Henry Kissinger’ın diplomasisi Ortadoğu’da, ABD’nin bir rol ya da etki sahibi olduğu diğer çatışma bölgelerinde olduğundan daha az önemli değildi. Kissinger ilk olarak meşhur ‘Rogers Projesi’nin sahibi William Rogers’ın, Richard Nixon’ın ilk başkanlık döneminde Dışişleri Bakanlığı’ndan azledilmesini sağladı. O dönemde Kissinger, Nixon’un ulusal güvenlik danışmanıydı. Kissinger, Rogers Projesi’nin, Abdunnasır döneminde İsrail ile Mısır arasındaki müzakerelerde Sovyetler Birliği’ne daha güçlü bir kart sağladığını düşünüyordu. Kissinger’ın hedefi, o dönemde Arap ‘zincir ülkelerinin’ çoğu üzerindeki Sovyet nüfuzunun aleyhine olarak bölgede bir Amerikan zemini elde etmekti. Bu noktada vizyonu, Sedat’ın vizyonuyla örtüşüyordu. Ekim 1973 Savaşı’nda Kissinger, ‘yarı galibiyet, yarı mağlubiyet’ politikasını uygulayarak, ilerleyen Mısır ve Suriye orduları karşısında yenilgiyi önlemek için Golda Meir hükümetine ve İsrail ordusuna destek sağladı. Daha sonra iki ülkenin devlet başkanları Enver Sedat ve Hafız Esed ile yaptığı mekik görüşmeleri üzerinden kendisini çatışmanın çözümü için bir arabulucu olarak sundu. Pek çok gözlemciye göre Kissinger’ın Ekim Savaşı’ndan sonraki uzlaşmalarda oynadığı rol, Sedat’ın Kudüs ziyaretinin ve Jimmy Carter’ın başkanlığı döneminde iki ülke arasında yapılan barış anlaşması Camp David’in önünü açtı.

Kissinger, ABD’nin nüfuzunu ve çıkarlarını korumaya çalışıyordu. Ancak Yahudi mirasına dair duygularını da hiçbir zaman inkâr etmedi. Tarihçi Niall Ferguson, Kissinger’ın şu ifadesini aktarıyor: “Kimliğinize dair güçlü bir duygunuz ve Yahudi inancınıza dair bir görev bilinciniz yoksa, Yahudilerin bin yıl boyunca çektiği sıkıntıları çeken bir halkın parçası olmak zordur.”

Geçen yüzyılın ortalarından itibaren Kissinger, Vietnam Savaşı’ndan ABD ile Çin arasındaki kopuşa ve Sovyetlerin Afrika kıtasında ilerleyen rolüne kadar yüzyıl tarihinin en önemli duraklarına tanıklık etti ve diplomatik becerileri, bu durakların her birinde tarihî bir dönüşüme imkân tanıdı. Kissinger, bir ideolog değil, bir pragmatistti. Diplomatların halen kullandığı şu başlıkların kaynağı olan sloganları da buradan geliyor: Çatışmaların çözümü için adım adım yaklaşımını benimseme, mekik diplomasisi, düşmana tam yenilgi yerine yarım başarı fırsatı verme.

Bu politika sayesinde Kissinger, Richard Nixon’ı Çin’le ilişkilerde yeni bir sayfa açmaya ikna edebildi. Mao Zedong’un 1971 yılı baharında Japonya’da bir ping-pong müsabakasına katılan bir Amerikan takımını ülkesine davet etmesinin ardından ‘ping-pong diplomasisi’ devreye girdi. Kissinger, bu sayfayı açmak için o dönemde Çin-Sovyet ilişkilerindeki gerginlikten faydalandı. Bu yeni sayfa, Şubat 1972’de Pekin’e tarihî bir ziyarette bulunup Mao ile görüşen Richard Nixon’un başkanlık döneminin en önemli başarılarından biri sayılır. Çin yönetiminin Kissinger’ın ölümüne dair haberlerinde onun Çin halkının bir dostu olduğunu belirtmesi bu yüzden şaşırtıcı değildi. Kissinger’ın bu ilişkileri canlandırmadaki rolü, ABD dış politikasının herkesten önce Sovyetler Birliği ile yüzleşmesi gerektiğine dair kanaatinin bir sonucuydu.

ABD’nin Vietnam’a müdahalesine karşı iç ve dış kampanyaların artması ve Amerikan baskınlarının Hanoi ve Kuzey Vietnam üzerinde feci etkiler bırakmasıyla birlikte 1970’li yılların başında bu müdahale, Amerikan sokaklarında bir huzursuzluk kaynağına dönüşmüştü. Kissinger’ın söz konusu kanaati, bu müdahalenin bitirilmesi eğilimine de hâkim oldu. Kayıp sayılarıyla ve barış çağrılarıyla pek ilgilenmeyen Kissinger, o bombardımanı Güneylilere, savaşı bitirmeyi kabul etmeleri konusunda baskı yapmak için bir fırsat olarak gördü ve herhangi bir ihlalin Washington’ın gücüyle karşılaşacağının sözünü verdi. Bununla birlikte Amerikan güçlerinin geri çekilmesinden iki yıl sonra Nisan 1975’te Kuzey Vietnam güçlerinin Saygon’a saldırması, herhangi bir zafer iddiasına yer bırakmadı. ABD Büyükelçisi’nin, ülkesinin Saygon’daki büyükelçilik binasının çatısından helikopterle ayrılırken çizdiği resim, ABD’nin o savaştaki yenilgisinin simgesi olarak zihinlerdeki yerini koruyor. Ama Kissinger bu konuda suçu, Güney Vietnam güçlerini silahlandırmayı sürdürme konusundaki itirazı yüzünden Kongre’ye attı.

Carter’ın 1976’da başkanlığa gelmesiyle Kissinger, dışişleri bakanlığı koltuğundan ayrıldı. Ancak pek çok siyasetçi ve diplomat için bir başvuru kaynağı olarak kaldı. Uzun ömrünün son yılına kadar da dünyadaki hadiseleri tutkuyla ve merakla takip etti.

Ancak onun Arap-İsrail çatışmasının çözümüne dair vizyonunun hiçbir zaman dengeli ve adil olmadığını söylemek lazım. Bu vizyon, kapsamlı bir çözümden ziyade kısmi çözümlerin benimsenmesine dayanıyordu. Ona göre Araplar alternatifleri tüketip de İsrail’in varlığına alıştıklarında barış sağlanacaktı.