Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Ürdün'den Babul Mendeb'e

İsrail ile Hamas arasındaki savaş iki düzeyde genişledi; şiddet ve coğrafya. İsrailliler ve Filistinliler ilk kez birbirlerine karşı binlerce savaşçıyla savaşıyorlar. Ürdün, Kızıldeniz ve Babul Mendeb'in güvenliği hedef alınarak coğrafi olarak savaşın kapsamı genişledi. Yeni bir cephe oluştu.

Husi saldırıları çatışmayı yeni bir boyuta taşıdı ve 20 ülkeden oluşan bir deniz askeri ittifakının kurulmasına yol açtı. Deniz yollarının korunmasına yönelik son proje, İran-Irak savaşı sırasında, 1987'de Amerikan bandıralı Kuveyt petrol tankerlerinin hedef alınmasından sonra hayata geçirilmişti.

Lübnan'da Hizbullah’ın savaşa katılmaktan kaçındığı ve Suriye’nin kendisini tarafsızlaştırdığı bir dönemde Husiler yeni bir savaşın içine sürükleniyor. Ürdün, istikrarsızlaştırılmak amacıyla hedef alındı. Ürdün güçleri, Suriye'nin Suveyda kentinden gelen araçlarla sınırı geçen silahlı milislere engel oldu. İran'ın kaos yaymakla tehdit etmesi, Gazze'deki vekilleri Hamas ve İslami Cihad'ı yok etme sürecini durdurma ve onlara uzun süredir yaptığı yatırımları koruma ve onları yok etme operasyonunu durdurma çabasında bulunmasından başka bir açıklaması yok.

​İran’ın gerilimi tırmandırma tehdidinin ve İsrail'in Hamas'ı tasfiye etme konusundaki ısrarının, uluslararası itirazlara, rehinelerin akıbetine ve savaşın kuzeyde Lübnan ile sınırlarına doğru genişlemesi ihtimaline rağmen, hedefine doğru ilerlemeye devam edeceğini duyurmasıyla daha da tırmanması bekleniyor.

Kızıldeniz ilk kez yeni bir cephe haline geliyor ve bu uluslararası deniz koridorundaki tehditlerin kaynağı toplu olarak ele alınmadıkça, Gazze savaşı sona erse bile bu cephe önümüzdeki yıllarda da devam edebilir.

Tablo artık daha net; Husileri vekil olarak kullanan Tahran'ın stratejisi, sadece Yemen'i kontrol etmek, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerini tehdit etmek için değildi. Aynı zamanda Bab el-Mendeb'e ulaşarak bölgesel rolünü ve etkisini en üst düzeye çıkarmaktı. Bugün İran artık üç denizde faaliyet gösteriyor: Arap Körfezi, Kızıldeniz ve Akdeniz. Daha önce Kızıldeniz'e mayın döşeyerek tankerleri hedef alan botlar göndermeyi denemişti. Ancak denizdeki bu uzun askeri kolu, özellikle limanlarını kendisine açan Sudan'daki Beşir rejiminin devrilmesinden sonra başarıya ulaşamadı. Şimdi bu iş için Sana'ya güveniyor. ABD koalisyonunun deniz filosu, Husilerin korsanlık eylemlerini durdurmayı başarabilir, ancak Husiler batı Yemen kıyılarından füzeler fırlatarak bu deniz koridorunu tehdit etmeye devam edebilir.

Bugün Amerikalılar, Suudi Arabistan’ın başını çektiği askeri koalisyonunun o dönemde Husilere yönelik operasyonlarını engelleyerek yaptıkları büyük hatanın boyutunu anlamış olmalılar. Washington, Riyad'ı önemli mühimmattan mahrum bırakmış, askeri bilgi paylaşımını durdurmuş, yasal kovuşturmayla tehdit edilmesine izin vermişti. Başkan Biden ise Husileri terör örgütleri listesinden çıkararak ödüllendirmişti. Sonuç, söz konusu milis grubunun Yemen'den uluslararası seyrüseferi tehdit etmesi oldu. Suudi Arabistan, Kızıldeniz'de en uzun kıyı şeridine sahip olmasına ve buranın güvenliğiyle ve deniz ulaşımının korunmasıyla ilgilenmesine rağmen ne Husiler ile bir savaş cephesi açmakta ne de yeni varılan uzlaşmaları bozmakta bir çıkarı bulunmuyor. Bu da Washington'a daha önce engellediği misyonu yerine getirme konusunda büyük bir yük yüklüyor.

Kızıldeniz'de seyrüseferin hedef alınması çatışmanın küreselleştirilmesidir, zararı İsrail ve Mısır ile sınırlı olmayıp uluslararası topluma yöneliktir. Çatışma, Çin, Doğu ve Güney Asya’dan Avrupa ve ABD’ye uzanan dünya pazarlarının çoğunda ticaretin maliyetini artıracak. İran, denizdeki gerilimi yükselterek, Başkan Biden'ın muhtemelen askeri çatışmalara girmekten kaçınacağı ABD seçim sezonundan yararlanıp müzakere pozisyonunu güçlendireceğine inanıyor. Bu durum önümüzdeki aylarda bölgesel olarak çatışma halkalarının genişlemesine yol açabilir.