Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Müslümanların rasyonelleşmesi tehlikesi

Din, daha özel ifadeyle İslam dini, sadece kurallardan ibaret, ibadet biçimleri keskin sınırlarla belirlenmiş, somut olarak ele alınabilecek bir konu değil. Zira dinin somut kurallarının şekli olduğu kadar manevi bir yönü de var. Örneğin namaz kılmak, Kabe’ye yönelip vakit namazına uygun biçimde sureler okuyup, hareketler yapmaktan ibaret değil. O, maneviyat içeren, kulluğun Allah’a yükseldiği bir ibadet biçimi. Aslını isterseniz tüm ibadetler öyle.

Ancak, İslam’ın kurallar üzerinden öğretilmesi, anlatılması maalesef bu manevi yönünü geri plana itiyor ve ibadetlerin şekli yönü, manevi yönünün önüne geçebiliyor. İslam, parça parça maneviyatını kaybedebiliyor.

İslam’ın maneviyatını kaybetmesi oldukça tehlikeli bir durum zira bu, aslında dinin özünü kaybetmesi demek. İslam, ayetlerin lafzi anlatımından, ibadetlerin şekli olarak yapılmasından ibaret değil. Bu nedenle İslam’ın şekli yönünden ayrılmaması gereken manevi yönünü de en az maddi yönü kadar önemsemek gerekiyor. Çünkü inananlar, ancak bu ruhi taraf tatmin olduğunda mutmain olabilirler. Ama öyle olmuyor, oldukça rasyonel bir din anlayışı gelişiyor.

Çünkü ister kabul edelim, istersek etmeyelim, her ne kadar modernizme ve hatta postmodernizme karşı olduğumuzu iddia etsek de, içinde yaşadığımız dünyada Aydınlanma düşüncesinin, modernizmin, pozitivizmin ve rasyonalizmin etkisinde kaldık ve insan merkezli düşünce biçiminden, hakikatin birden çok olabileceği iddiasından etkilendik. Bu ruhumuzu, maneviyatımızı kaybetmeye başlamamıza neden oldu.

Hatırlayalım, İslam’ın nazil olduğu dönemde, Mekkeli müşrikler, iman etmemek için “Bu nasıl bir peygamber, bizim gibi yiyor, içiyor” itirazında bulunduklarında, muhtemelen ilahi yönü olan peygamberin insan üstü bir varlık olması gereğinden bahsediyorlardı, bunun üzerine tefsir kaynaklarından öğrendiğimiz kadarıyla, İsra Suresi 95. ayet nazil oldu. Ayet mealen şöyle: “Yeryüzünde yaşayanlar melekler olsaydı, onlara melek peygamber gönderirdik, insanlar var olduğu için insan bir peygamber gönderdik.”

İnsan sadece maddi bir varlık değil, insanı insan yapan ruhu, manevi yönü… dolayısıyla dinin emirleri sadece maddi boyuttan, şekilsel ibadetlerden oluşmuyor. Öyle olsaydı Allah, ruhu, maneviyatı olan bir insan değil, emirleri koşulsuz yerine getirecek robotlar yaratırdı. Ayrıca İslam’ın doğrudan muhatabı insan olsa dahi, İslam merkezinde insanın değil Allah’ın olduğu bir din ve hakikat tek.

Ve eğer Müslümanlar, dinin manevi boyutunu geri plana atar, merkezde Allah’ın olduğunu farkında olmadan unutursa ve onu rasyonelleştirirse, dinin murat ettiği Müslüman modeli olamazlar/olamayız zira İslam’ın manevi boyutu, dinin dayandığı en önemli güç, eğer o güç yitilirse elimizde bir din kalsa da bu din değil de dinden geri kalanlar olur.

Müslümanlar da aslında bu problemin farkında, çocuklarına dini eğitim vermekte zorlanıyorlar, artan deist görüşlerin muhatabı oluyorlar, genç-yaşlı fark etmeksizin inanca dair sorgulamalar artıyor. Ancak bu problem çözülürken yanlış bir yöntem kullanılıyor. Problemi görüp, üzerine makul şekilde düşünmek gerekirken, bu durum inkâr ediliyor, üzeri örtülüyor ve hatta tam aksi bir durumun olduğu, İslam’a ilginin arttığı ifade ediliyor. Keşke öyle olsa…

İslam’ın rasyonelleşmesi meselesini, Weber’in rasyonelleşme teorisi, rasyonelleşme teorisini de moderniteden ayrı düşünemeyiz. Modernizm, bir anlamıyla eski dönemin zıddı yeni bir dönemi ifade eder. Rasyonelleşmenin dinle ilgili boyutu da dini eskiye hapsedip, ona arkaik bir şey muamelesi yaparken aynı zamanda dinin maneviyatının kaybedilmesi anlamını içerir Son tahlilde dinin, dünya-ahiret için birlikte ele alınması gereğine mukabil bu durum, dünya mutluluğuna ağırlık vermek şeklinde sonuçlanabiliyor. İşte en büyük kaybı da burada veriyoruz.

İslam’ın kendisini dindar olarak tanımlayanlar üzerinde toparlayıcı etkisinin azalmış olduğu bir dönemi uzunca bir süredir yaşıyoruz. Bu sonuçta hiç şüphesiz dünyanın genel durumunun payı olduğu kadar Müslümanların da payı var. Ve bize lazım olan gerçek problemi inkâr etmek, aksini iddia etmek, kendimizi kandırmak değil. Tüm cesaretimizle, herhangi bir korku duymadan ve dürüst bir şekilde problemimizi ortaya koyup “birlikte” çözüm aramak. Tabi bunun için önce kendimizin ne kadar rasyonelleştiğini, ölçüp biçip hesap yapmaktan manevi yönümüzü ölçmeye fırsatımızın kalmadığını, dünyada muktedir olmak adına ahiretle bağlantılı manevi yönümüzü tükettiğimizi, bizzat kendi üzerimizde görüp, meseleye kendimizden başlamamız gerekiyor.