Modernleşme en basit haliyle eski olanın terkini, yeni olanın tercih edilmesini ifade ediyor.
Kabul edelim tarih, Batı merkezli ele alınan bir alan dolayısıyla her ne kadar bilimsel gerçeklere dayandırıldığı iddia edilse de tarih yazımı da objektif değil ve hatta taraflı.
Aydınlanma, endüstri devrimi, Fransız İhtilali, Amerikan Devrimleri… bu silsile, dünyayı din/Kilise tahakkümünden “kurtarıp”, insan aklının, bilimin kurtuluşuna teslim edecek, gelecek geçmişten iyi olacaktı. Hatta Comte, pozitivizm dini ile insanlığın ilerleyeceği kehanetinde bulunuyordu ve tüm bunlar, insanlığın hayrına gelişmeler olarak, o taraflı tarih anlayışınca kaydediliyordu.
Elbette din, eskilerin büyük anlatıları olarak tarihe karışacağı için, her ne kadar çatışmalara sebep olsa da, aynı zamanda birleştirici bir unsur olduğu için ve dinin yokluğunda birleştirici bir harç gerektiği için onun yerine toplumları bir arada, birlik içinde tutması için milliyetçilik gibi “modern ideolojiler” desteklendi. Sonuçta da milliyetçilik, dinin birleştirici unsur olarak oturduğu koltuğa geldi ve yerleşti. Tabi dini oradan savurup atarak.
Bunlar birer suçlama ya da birer itham değil, hem taraflı hem de tarafsız tarih yazımı bize bunun böyle olduğunu söylüyor.
Devam edelim…
Akılcılığı, bilimi reddetmek gibi faydasız eylemlere soyunmaya gerek yok zira bilim de insanlığın ortak kazancı. Ancak bilimin dolduramayacağı yaşamsal boşluklar olduğunu, orayı da dinin, kültürün doldurabileceğini dolayısıyla aydınlanmacı düşüncenin, milliyetçiliğin, seküler ideolojilerin dine savaş açmadan da, dini imha etmeye kalkmadan da var olmasının mümkün olduğunu kabul edip, bu şekilde yürünmeliydi.
Ancak öyle olmadı, modern olan ne varsa, dini olan her şeye savaş açıldı. Bu savaş sırasında da milliyetçilik bir araç olarak kullandı. Sonuçta, toplumların iki birleştirici unsuru, toplumların zehrini temizleme, acısını dindirme, yaşam enerjisi verme, motivasyon sağlama görevleri olan, belki birlikte yürümesi gereken milli ve dini duygular maalesef karşı karşıya getirildi, sonuçta sulh beklerken insanlık kendini yeni gerilim hatları karşısında buldu.
Tarih akıp giderken, Batı, bu noktada kendisiyle yüzleşti, bu yanlıştan dönmenin gereğine inandı ve yollarını aradı.
Örneğin Amerika, bu dezavantajı, “büyük bir başarıyla”avantaja çevirdi… Amerika kesinlikle “keşfedilmiş” bir coğrafya değil, keşfeden bir coğrafya… En büyük icadı da, kolonileri bir araya getirip bir “ulus inşa etme” ülküsü içerisinde “WASP”, yani white/beyaz, Anglosakson, Protestan aklın yönetiminde, dinin de, milliyetçiliğin de “birlikte” yürüyerek, R. Bellah’ın ifadesiyle “sivil din” oluşturarak, ulusa da “Tanrı’nın seçtiği kurtarıcı ulus” mitini aşılayarak dini ve milli çatışmaların önüne geçti, birleştirici bir unsur inşa etti. Sonuç ortada, Trump yönetime gelene kadar, aynı sınırlar içinde, aynı kültür içinde birbirine düşman değil de “birlikte” yaşayabilme imkanı bulabilmiş toplum örneği.
Peki “bizim coğrafyalarda” durum ne?
Din kötü, Arap gerici, Doğu pis, laiklik iyi, benim ırkım en üstün… bir asırdır bu tartışmanın içinde birbirini “hain ilan eden, tekfir eden, bedevi, gerici, yobaz diyerek tahkir eden ya da kafir diyerek tekfir eden” aynı sınırlar içerisinde birbirine düşman, yakın coğrafyalarla nefret ilişkisinden başka ilişki kuramamış, ırkçılık ve aşırı milliyetçilik gibi ciddi bir çatışma unsurunu beslemiş, bu nedenle güç kaybetmiş ve hala bu durumdan rahatsız olmayan, bu gaflete harcadığı mesai nedeniyle “Batı karşısında kazanacak gücü” bulamamış kitleler, yönetimler, coğrafyalar.
Dini ve milli duygular, aynı ya da yakın coğrafyalar ve toplumlar için sulh, yakınlaşma, birbirini tanıma, gerilimi azaltma unsurları olarak birlikte var olabilirler. Ancak bu duygular, birlikte değil de birbirine karşı kullanmaya kalkılırsa bu durumda elde gerilim ve düşmanlıktan başka bir şey kalmaz. Bu çok uzun zamandır böyle ve bunun bir hayrını gören yok hatta verdiği zarar bile tazmin edilemiyor, dolayısıyla kan kaybetmeye devam ediliyor.
Mesele basit olmasa da, yanlı tarih yazımları düşmancıl motivasyonları harekete geçirse de, çözüm basit ve net; her ülkenin kendi milli ve dini duygularını tanımak, saygı duymak buradan sulh çıkartmak gerek. Olmadık meseleleri, olmadık hırgür ile çarpıtıp yeni gerilim hatları icat ederek varılacak bir yer yok, bu vardığımız/varamadığımız yerden de görülüyor. O nedenle milli duygular ile dini duyguları karşı karşıya getirerek varamadığımız yerden hızla geri dönüp, Batı’nın bile kendi bağrından çıkarttığı modern seküler ideolojilerin verdiği zararı görünce tamire yöneldiği zamanlarda, Batı’nın deneyip kaybettiği savaşları alıp kendi coğrafyalarımıza taşımanın, modernizmin tahakkümü altında özgürleştiğimizi, ilerlediğimizi sanarken aslında çok daha geriye gittiğimizi, geride kaldığımızı fark edip, bu makus talihi aksi yöne çevirmek zorundayız. Yoksa hangi sloganı atarsak atalım olması gereken yere, olması gereken şekilde varamayacağız. Modernizmin girdabında savrulup gitmeye devam edeceğiz. Sizce de bu artık sonu gelmesi gereken bir anlatı , bitmesi gereken gereksiz bir çatışma sebebi değil mi?