Bir yıl önce, 2022 yılı sona ererken burada “Batı İdeallerinin Düşüş Yılı” başlıklı bir makale yazdım.
Zira o yıl bizce Ukrayna savaşına yaklaşımıyla Batı’nın ikiyüzlülüğü doruk noktasına çıkmış ve Batılı yetkililer Avrupa’da yaşanan bir savaşı tüm dünya için bir felaket olarak değerlendirmişti.
Birbiri ardınca çağrılar duymuştuk. Bu çağrılarda dünya genelinde hükümetlerden ‘dünya düzeninin’ korunması için Batı’yla aynı safta durulması talep ediliyordu.
Bu öyle bir düzen ki Afganistan’da, Irak’ta ve de Filistin’deki savaşlar gibi felaketlere izin veriyor; Asya ve Afrika’daki savaşları da durdurulması için ciddi çaba harcamayı değil de sonuçlarının yayılmasını engellemeyi gerektiren krizler olarak görüyor.
Avrupa’nın Afgan, Somalili, Iraklı ve Suriyeli mültecilere yönelik muamelesine kıyasla Ukraynalı mültecilere karşı gösterdiği hoş karşılama da Batı’nın insani kriterlerine dair pek çok soru işareti doğurmuştu.
2023 olaylarından sonra ise bu sorular, azalıyor ve görünüşe bakılırsa canlılığını yitiriyor. Bu yıl bize, Batılı değerlerin neredeyse dibe vurduğunu gösterdi. Amerika’nın bu ideallere gerçeklik sahasında bağlıymış gibi görünmeye yönelik her türlü girişiminin boşa çıkmasının da ne anlama geldiğini gördük.
Şu ana kadar yaklaşık yüzde 65’i çocuk ve kadın olmak üzere en az 21 bin 500 Filistinlinin hayatına mal olan, Gazze halkının yüzde 90’ını yerinden eden ve Gazze Şeridi’ndeki tüm sağlık ve gıda sistemlerini çökerten Gazze savaşı, tam anlamıyla bir felakettir.
İsrail bu felaketi ABD’nin desteği sayesinde herhangi bir caydırıcı olmadan yaşatıyor.
Evet, Hamas’ın 7 Ekim saldırısındaki sorumluluğu, bölgesel sahnenin karışıklığı ve silahlı örgütlerin rolü gibi önemli ayrıntılar var. Ama bu felaketin merkezinde ABD’nin İsrail’e mutlak desteği ve İsrail’in Filistin’i sürekli işgali yer alıyor.
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby, ABD Başkanı yönetiminin Filistin’de İsrail için ‘herhangi bir kırmızı çizgi’ çekilmesini reddettiğini ve binlerce Filistinli çocuğun öldürülmesinin de ‘herhangi bir savaşta vakayı adiyeden’ olduğunu her söylediğinde, onun bir basın açıklamasında Ukraynalı çocuklardan bahsederken nasıl hıçkıra hıçkıra ağlamış olduğunu hatırlıyoruz. Elbette Ukrayna, sert bir savaşla karşı karşıya. Rusya’nın Ukrayna’da ve Suriye’de oynadığı rol de yıkıcı. Ancak ne Ukrayna ne de başka herhangi bir ülke, böylesi bir yıkıma ve en temel sivil haklarına yönelik tam bir kayıtsızlığa sahne oldu.
ABD’nin İsrail’e desteği, yeni veya şaşırtıcı değil. Yeni olan, İsrail’in ABD’nin tam desteğiyle ne kadar ileri gittiğidir. ‘Ateşkes’ kelimesi, buna yönelik resmî talebi engellemek için elinden geleni yapan Washington için ‘kışkırtıcı’ bir ifadeye dönüştü.
Halbuki Batı’nın önceki tüm savaşlarda sergilediği tavır, imanın en zayıf derecesi olarak, ‘kendine hâkim olma gerekliliği’ ve ‘ateşkes çabası’ idi. Mutlak maddi ve askerî desteğin yanı sıra, Washington’ın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Konseyi’nde defalarca veto hakkı kullanması ve insani yardımlara ilişkin karar taslağını da başarısız kılmamış olmak adına değiştirmek için ısrar etmesi, ABD’nin İsrail’e yönelik desteğinin diğer iki göstergesidir.
Bu savaş, son on yıllar boyunca yaptığı açıklamaya göre ‘Siyonist’ olan Başkan Joe Biden’ın savaşıdır. ABD’li yetkililer de onun, ülkesinin İsrail’e ilişkin tutumunu bizzat denetlediğini belirtiyor. Böylece özellikle önümüzdeki kasım ayında yapılacak ABD seçimleri yaklaşırken, Arap dünyasının ele alması gereken yeni bir gerçeklik ortaya çıktı.
4 Ekim’de, yani Hamas’ın saldırısından üç gün önce Foreign Affairs dergisinde yayımlanan bir makalede ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden yönetiminin ‘Ortadoğu’da yeni çatışma risklerini azaltan’ ve dünyanın başka bölgelerine yoğunlaşmasını mümkün kılan bir strateji izlediğini iddia etti ve ekledi:
“BM Sözleşmesi ilkelerini savunmaya hazır her ülkeyle çalışacağız. Ayrıca demokratik reformcuları ve insan hakları savunucularını desteklediğimiz gibi, halklarına kulak veren şeffaf hükümetleri de destekliyoruz.”
Gelgelelim bu makalenin yayımlanmasından birkaç gün sonra bu taahhütte pek de ciddi olunmadığını gördük. 7 bin kelimeden oluşan bu makalede Sullivan, “Gazze’deki krizlerin yoğunluğunu azalttık” ifadesine yer vermiş. Gazze Savaşı’nın patlak vermesinden üç gün sonra makale, elektronik ortamda değiştirildi, ancak basılı versiyonu tarihe kaldı. Güç sahipleri ne kadar isterse istesin, elektronik olarak silinemeyecek gerçekler söz konusu.
Gazze savaşı, bölgeyi ve dünyayı yeni bir aşamaya soktu. Bu aşamanın neler sakladığı henüz belli değil. Ama şurası muhakkak ki İsrail’in Filistin’i işgalinden kaynaklanan krizi ‘kontrol altına alma’ siyasetinin başarısız olduğunu ve ABD’nin de BM Sözleşmesi’ne sadık kalamadığını gözler önüne serdi.
İçinde yaşadığımız dönemin adı henüz netleşmedi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ‘Soğuk Savaş’ geldi. Onu ABD’nin küresel sahnenin kontrolünü ele geçirmesi ve Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte ‘Soğuk Savaş Sonrası’ dönem izledi. Ardından ‘Teröre Karşı Savaş’ aşaması başladı ve bu aşama, Washington’ın Afganistan’ı Taliban hareketi yönetimine iade eden bir anlaşmayı imzalamasıyla sona erdi.
ABD-Çin rekabeti, Hindistan’ın yükselişinin yansımaları, Avrupa’nın ekonomik olarak gerilemesi, iklim değişikliği ve enerji kaynaklarındaki değişiklikler gibi uluslararası meseleler vb. devam eden konu başlıkları da var tabi. Halen nispeten bir ifade ve benzersiz bir siyasi hareket özgürlüğüne sahip olan Batı şehirlerinin, Filistin için en büyük destek gösterilerine sahne olduklarını da göz ardı edemeyiz. Bir sonraki aşamada bu ülkelerdeki demografik ve politik çeşitliliğin hesaba katılması gerekir.
2022, Batı ideallerinin çöküş yılıysa, 2023 de insani idealler ile İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı’nın tüm dünyada standart hale getirdiği devletler arasında tam bir kopuş yılı oldu.
Bu kopuştan sonra yaşanacak şeylerse sonu öngörülemeyen bir süre boyunca tüm dünyanın gidişatını belirleyecek.