İsrail, mevcut ve devam eden savaşındaki kayıplarını dikkatli hesaplarsa tek bir sonuçla karşılaşır; tünelleriyle Gazze, her türlü öldürme ve imha araçlarıyla ordulardan daha güçlü bir kabusa dönüştü ve İsrail kendi kendine çıkışı zor tüneller kazıdı.
Savaşlardaki kayıpları, her iki tarafın da can, teçhizat, yaralı ve yıkım açısından kaybettikleriyle karşılaştırmaya alışkınız. Bu resmin bir parçası ve diğerlerine göre daha az şiddetli olabilir.
Can, teçhizat ve yaralılardan bahsedecek olursak bunlar çok sayıda. Telafi edilmesi kolay olduğundan teçhizat kaybının etkisi diğerlerine göre daha az olsa da asıl telafi edilemeyecek olan, kaybedilen hayatlardır. Kalıcı bir yük haline gelen engellilere gelince, İsrail onları nasıl eski işlerine döndürebilir?
İsrail için belki de en tehlikeli olanı moral durumu; İsrail'de halk kendini üstün ve güçlü hissetmeye alışkın. Dünyanın her yerindeki Yahudiler İsrail'i, yaşadıkları, vatandaşlığa sahip oldukları ve tüm vatandaşlık haklarından yararlandıkları yerlerin her zaman erişebilir bir alternatifi olan güvenli devletleri olarak görmeye alışkınlar. Bu, hem İsrail’de yaşayan hem de İsrail dışında yaşayan Yahudiler için artık var olmaktan çıktı. Denklem, İsrail'e göçten İsrail'den göç yönünde değişti. Buna, kuzey ve güneydeki yerleşim yerlerini birden fazla kez terk etmek zorunda kalan ülke vatandaşlarının büyük bir kısmının, ortada ya da daha güvenli görünen yerlerde toplanmalarının yol açtığı istikrarsızlaşma da eşlik ediyor. Bu, İsrail'in bir dahili mülteci dalgasından muzdarip olduğu anlamına geliyor. Dahili mülteci dalgası yalnızca yerinden edilenler için değil, köylerini ve şehirlerini işgal eden ve yaşam tarzlarını etkileyen yerinden edilmiş insanların yoğunluğundan rahatsız olanlar açısından da toplumsal ve hatta psikolojik istikrarı olumsuz yönde etkiliyor.
Ekonomiye gelince, ekonominin istikrarına ve kalkınmasına katkıda bulunan hiçbir şey artık sağlıklı değil; ne defalarca yapılan seferberlik çağrıları nedeniyle yerel işçiler, ne en üretken ve en ucuz olan Filistinli işçiler ne de boşluğu bir ölçüde dolduracak yabancı işçiler yok. Kaldı ki yabancı iş gücü bütün bu olup bitenlerden sonra gelmeyebilir, gelse de yükü, yararlarından daha fazla olacak.
Bu bir ikilemdir, zira çatışmalar sakinleştikten sonra geçici bir çözüm bulsanız bile, İsrail silahlarının arkasında durduğu ve Filistinliler elindekilerle direnip teslim olmadıkları sürece kalıcı bir çözüm bulmuş olmazsınız.
Anlatı açısından dünya, İbrani devletinin Ortadoğu çölündeki tek demokrasi vahası olduğu hikayesine dayanan İsrail anlatısını büyük ölçüde kabul ediyordu. Bu anlatı, İsrail'i çevreleyen birçok diktatörlük olduğu ve bunların çeşitli modern dekorlara sahip oldukları propagandası yapıyordu. İsrail’in girdiği her savaşın terörizme, ilerleme ve medeniyet düşmanlarına karşı meşru müdafaa ile eşdeğer olduğu hikayesini sıklıkla kullanıyordu.
En iyi ateşkes ve sükun dönemlerinde bile bu anlatı uluslararası toplumda bir fikir birliğiyle desteklenmedi ama kendisini kabul edecek kişiler buldu ve hatta içerdiği karşılıklı çıkarlar sebebiyle onu İbrani devleti ile ilişkilerinin temeline yerleştirenler de oldu.
Ancak bu savaş her şeyi altüst etti. Anlatılar için halkların onları zayıflatması ve onlara isyan etmesinden daha tehlikeli bir şey olamaz. Başta ABD olmak üzere kalesi sayılan Batılı başkentlerde yaşanan şey de buydu. 7 Ekim'de yaşananlar, İsrail'e yönelik geniş çaplı bir sempati ortaya çıkarmış olsa da dünya, Gazze ve Batı Şeria'ya yönelik tepkileri aşan ve başta siviller ve çocuklar olmak üzere eşi benzeri görülmemiş bir ölüm ve yıkım noktasına ulaşan vahşeti ekranlardan izlemeye başladığında, işte o zaman gerçekten radikal bir darbe yaşandı. Bu sadece İsrail'in dostları arasındaki basmakalıp imajında bir değişikliğe yol açmakla kalmadı, aynı zamanda insani vicdan ve duyguların en derin ve en büyük rolü oynadığı bir darbeydi.
Savaş üç aydır sürdüğünden ve süresiz olarak uzaması kaçınılmaz olduğundan, İsrail'in başına gelenler her alanda bir kan kaybı. Bu kaybın karşısında da kurbanlara yönelik artan sempati ile Filistinlilerin meşru müdafaa hakkına yönelik anlayış duruyor.
Ortadoğu'da entegrasyon fikrinin gerilemesine gelince; İsrail'in birçok ülkeyle yeni ilişkiler kurma konusunda önemli atılımlar yaptığı inkar edilemez. Bu yeni ilişkiler devam edecek ama etrafı ihtiyat ve tedbirlilikle kuşatılmış durumda olacak.
Örneğin Mısır, Filistinlilerin kendi pahasına zorla göç ettirilmesini dikkatli ve tedbirli, hatta hazırlıklı olmasını gerektirdiğini düşünüyor. Ürdün de aynı şekilde.
En büyük tüneli Uluslararası Adalet Divanı temsil ediyor. Zira İsrail'i soykırım ve etnik temizlik suçlarıyla itham ediyor ve bu itham, gerçeklerle ve ikna edici kanıtlarla desteklenmiş. Böyle bir konuda, ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar ne avukatların ne ABD’nin kendisinin bir faydası olmayacak. Zira böyle bir kurumda “veto” hakkı yok. Bunlar İsrail'in kendisi için kazdığı tüneller, dikkat çekici olan ise karar vericilerin bunu bilmesi ve görmezden gelmesi. İsrail'deki birçok kişi şunu sorgulamaya başladı: Ne zamana kadar?