Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

İran İsrail sınırında

İsrail uçaklarının Şam'da Kudüs Gücü liderlerinin buluştuğu bir binayı vurup yerle bir etmesi basit bir mesele değil. Vurulanların İran'a dönecek tabutlarının kendilerinden öncekilerin tabutlarına katılması basit değil. İsrail'in bizzat İran topraklarında suikastlar ve saldırılar gerçekleştirdiği doğru ama Aksa Tufanı'ndan sonrasının öncesi gibi olmadığı da bir gerçek.

Arap-İsrail çatışmasının yerini İran-İsrail çatışmasının aldığı bir durum ile mi karşı karşıyayız? Uzun bir süre kanlı ve ses getiren saldırılarla yaşayacağımızı, Filistin-İsrail çatışmasının geleceğinin anahtarının Tahran'da olduğunu kabul etmek mi zorundayız? İran Dini Lideri, İsrail'in 30 yılı aşmayan bir süre içinde yok olacağını öngörürken ve Tahran'da saatler ‘kanser tümörünün’ geri kalan ömrünü sayacak şekilde kurulmuşken, nasıl çözümlerden bahsedebiliriz?

İsrail'in Şam'daki Mezze bölgesine yönelik hava saldırısı son derece tehlikeli ve anlamlı. İsrail, İran'ı ABD'nin yalnızca karışabileceği bir savaşa çekmeye mi karar verdi? Binyamin Netanyahu, risklerine ve maliyetlerine rağmen mevcut çıkmazdan, çatışmayı genişletmekten başka bir çıkış yolu olmadığına mı inanıyor? İran'ın geniş çaplı bir savaş istemediği, müttefikler ve vekiller aracılığıyla taksitli bir savaşı tercih ettiği aşikar.

ABD aylardır savaşın yayılmasını önlemek için çabalıyor. Ancak savaş, yavaş yavaş da olsa genişledi. Hizbullah'ın Güney Lübnan'da artan ve azalan dozlarda yürüttüğü paralel bir savaş var. Kızıldeniz'de Husi füzeleri ve insansız hava araçlarıyla bir savaş sürüyor. Ayrıca Iraklı örgütler tarafından yürütülen Amerikan güçlerini Irak'tan kovma savaşı da var. Mezze hava saldırısı, gerçeğin şartlarına ve Rus kontrolüne rağmen Suriye cephesindeki gerilimi ikiye katladı.

Ortadoğu'nun bir bölümünde dikkat edilmesi gereken yeni gerçekler var. Netanyahu'nun halefinin ‘iki devletli çözüme’ destek verdiğini açıkladığını varsayalım. Bu kesinlikle İsrail'in var olma hakkının tam olarak tanınması şartına bağlı olacaktır. Peki, Hizbullah'ın gözetimindeki Lübnan hükümeti İsrail'in tanınmasına imza atabilir mi? Suriye hükümeti, İran'ı ‘Direniş Hilali’nde yayılmasını kolaylaştıran en önemli kartlardan mahrum bırakarak İsrail'i tanıyabilir mi? Irak parlamentosunun her türlü normalleşmeyi suç sayan yasadan sonra Bağdat hükümeti İsrail'i tanıyabilir mi?

Birkaç sahne, İsrail'in mevcut duruma ulaşılmasındaki sorumluluğunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır. 1998'de Wye Nehri'nde Başkan Bill Clinton'ın sponsorluğunda Filistin-İsrail görüşmeleri yapıldı. Görüşmeler neredeyse başarısızlıkla sonuçlanacaktı çünkü Ariel Şaron, Yaser Arafat ile el sıkışmak zorunda kalmayacağından önceden emin olmak istiyordu. Salona girdiğinde de Arafat onu iki generalin selamlaştığı gibi selamladı ve elini uzattı, ancak Şaron bu girişimi görmezden gelerek Binyamin Netanyahu'nun yanındaki koltuğuna oturdu. Başbakanlığa geldiğinde de Arafat'ı kuşatmak ve karargâhını yıkmak ona güzel ve tatlı geldi. Şaron'un davranışı siyasi körlüğün doruğunu temsil ediyordu. Çünkü o, Oslo Anlaşma’sına pencere açan ve kimsenin kabul etmeye cesaret edemediği tavizleri kabul eden adamı bitirmeye girişmişti.

Felakete doğru gidişata en büyük katkı Netanyahu'dan geldi. Açılan iki pencerenin, yani Oslo Anlaşması ve Arap Barış Girişimi’nin kapatılmasına katıldı. 11 Eylül 2001 sonrası ortamı ve Irak'ın işgalini, ‘Filistinli bir ortak’ ile anlaşmanın yeniden canlandırılması şansını baltalamak için kullandı. İran destekli örgütlerin yükselişine yol açsa bile, Filistin Otoritesi’ni zayıflatmayı İsrail için bir zafer olarak gördüğünde ciddi bir dar görüşlülükle seleflerinden ayrıştı. Netanyahu, uzun iktidarı boyunca bölgenin bazı haritalarında meydana gelen dönüşümleri, buralardaki mobil İran ordularının doğuşunu ve İranlı ‘danışmanların’ sınırlarına yaklaştığını görmeyi reddetti.

Ortadoğu'daki mevcut durumun oluşmasında birbirini izleyen Amerikan yönetimlerinin katkısı da kuşkusuz büyüktü. Oslo Anlaşması’nı korumanın önemi takdir edilmedi. Aynı zamanda Arap Barış Girişimi’nin önemi ile ‘Filistinli ortağı’ bitirme girişimlerini durdurması için İsrail'e baskı yapılmasının gerekliliğinin de farkına varılmadı.

Amerikan yönetiminin öngörüsüzlüğünü ifade eden bir sahneyi örnek verelim. 11 Eylül saldırıları sonrasında gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturumuna Arafat, özellikle saldırıların el-Kaide’nin işi olduğunun netleşmesinin ardından, Başkan George Bush ile görüşmeyi veya en azından elini sıkmayı umarak katıldı. Bush, Arafat'ı kabul etmeyi reddetti. Heyet başkanları için düzenlenen özel toplantıda Genel Sekreter Kofi Annan'a şunları söyledi: “Bu adam (Arafat) benim elini sıkacağımı sanıyor. Kendi kendisiyle el sıkışmalı.” Bush, Clinton'dan ‘Filistinlilerin barış arayışında ciddi olmadıkları’ değerlendirmesini devralmıştı. Clinton böyle yaparak Camp David turlarının başarısızlığının intikamını alıyormuş gibiydi.

Öte yandan İran birçok cephede ilerliyordu. İslami Cihad ve Hamas'ın intihar eylemleri yoluyla Oslo Anlaşması’nın baltalanmasına katkıda bulundu. 11 Eylül saldırılarını büyük bir dikkatle ele aldı. Başlangıçta ABD'nin Irak'ı işgaliyle birlikte yaşadı, daha sonra oradaki Amerikan askeri varlığına kan kaybettirme eylemlerine katkıda bulundu. DEAŞ’ın ortaya çıkışını kendi lehine kullanmayı başardı. Akdeniz'e uzanması nedeniyle hayati önem taşıyan Suriye halkasını da Rusya'nın yardımıyla kurtarmayı başardı. Kasım Süleymani, Husilerin kontrolünde olan Yemen’e sızma başarısının yanı sıra, Bağdat'ı Şam üzerinden Beyrut'a bağlayan İran hattının da mimarıydı.

Yahya Sinvar 7 Ekim'de Aksa Tufanı'nı başlattığında ve İsrail de Gazze’ye yönelik acımasız savaşını başlattığında, dört haritada da İran'ın ipi güçlenmişti. İran ister Aksa Tufanı saldırısının tarihini bilsin ister bilmesin, izlediği politikalar ve bölgeye dağılmış cephanelikleri olmasaydı bu olayın gerçekleşmesi mümkün olmazdı. İran'ın artık cephanelikleri ve politikaları aracılığıyla İsrail sınırlarında ikamet ettiği açıkça görülüyor. Ateşkes sürecinin artık yeni koşulları var. Aynı şekilde iki devletli çözümün de. Onun sorunu artık Sinvar ile değil, Dini Rehber ile.