Filistin’de yaşanan soykırıma ilişkin tuhaf Batılı anlatılar, ısrarla ve tekrar tekrar öne çıkarılarak ve gerçekleri görmemizi engelleyerek içimize sızıyor. Bu anlatılardan birine göre Gazze’de olup bitenlerin sorumlusu Hamas. Güneşi balçıkla sıvamaya çalışan bu anlatının aksine, Filistin-İsrail çatışmasını Hamas yaratmadı; bilakis Hamas, 1948’deki Nekbe ile başlayan Filistin-İsrail çatışmasının bir sonucudur. Bu basit gerçeği idrak edersek, olup bitenlere dair daha geniş bir anlayışa sahip olmaya ve bunları daha geniş bir tarihsel bağlama yerleştirmeye başlarız. Hamas, Nekbe’den yaklaşık 40 yıl sonra, 1987’de kuruldu. Tarihi 7 Ekim 2023’ten başlatan İsrail anlatısı, Hamas’ı 70 yıldan fazla bir süredir devam eden işgalin, zulmün ve apartheidin bir sonucu değil de çatışmanın bir başlatıcısı olarak lanse ediyor. 7 Ekim’e odaklanılması çatışmanın tarihsel boyutunun içini boşalttığı gibi, aynı zamanda Hamas’ı da herhangi bir bağlamdan bağımsız tarihi bir bağlama oturtuyor ve davranışlarını yanlış bir noktaya koyuyor. Dolayısıyla bu durum, olup bitenlerin anlaşılması açısından büyük bir kirliliğe yol açıyor.
İsrail’in bu anlatısının arkasındaki amacı, Hamas’ı korkunç bir işgale ve apartheide karşı bir direniş hareketi olarak değil, daha çok ‘terörist’ bir hareket olarak tasvir etmektir. 7 Ekim’de yaşananlarla ilgili olarak bile İsrail’in anlatısı olayın sivil boyutuna odaklanıyor. Yaşlıların ve çocukların kaçırıldığına dikkat çekilerek olayın barbarlığı lanse edilmeye çalışılıyor. Ancak burada yaşananların askeri boyutundan söz edilmiyor. Hamas’ın Gazze Şeridi çevresindeki yerleşim birimlerini savunmak için güçlendirilmiş bariyerleri aşma gücü, yenilmez orduyu 7 Ekim’de hezimete uğratma becerisi ve aynı zamanda gözünü kırpmayan istihbaratı kandırma ve tüm dinleme cihazlarını devre dışı bırakma kabiliyeti İsrail anlatısında görmezden geliniyor. İsrail Hamas’ı askeri ya da istihbarat açısından kendisine rakipmiş gibi göstermek istemiyor. Çünkü bu gerçeklerin kabul edilmesi, yenilmez ordu ve dünyanın en iyisi olarak sınıflandırılan istihbarat servisi efsanesini baltalamış olur. Bu anlatı İsrail’in ne içeride ne de dışarıdaki imajının lehine olmaz.
Çeşitli biçimleri, dalları ve ideolojik renkleriyle Filistin direnişi bir bütün olarak işgal ve zulüm karşıtlığının bir sonucudur. Halk Cephesi gibi Marksist bir ideolojide ya da El-Fetih hareketi gibi Arap milliyetçiliği ideolojisinde veya İslami Cihad, Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ve çeşitli İslami hareketleri içine alan geniş İslami sularda kendine bir liman bulmuştur. Bütün bu direniş hareketleri şiddetin sebebi değil, işgalin bir sonucudur.
Eğer dünya bu gerçeği bilseydi İsrail’in maskesi düşmüş olurdu. Bu nedenle İsrail, Kuzey Amerika’dan (ABD ve Kanada) Güney Amerika, Avrupa ve Japonya’ya kadar çeşitli lobileri ve tüm medya cephaneliğini, İsrail’i denize dökmek isteyen barbar bir halka karşı İsrail’in mazlumiyetine bu toplulukları ikna etmek için kullanıyor. Burada şunu belirtmek yerinde olacaktır ki, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın şahsına “İsrail’i denize dökmek” gibi bir tabir yapıştırılmış olsa da merhumun bunu gizli ya da alenen söylediğine dair hiçbir delil bulunmuyor. Ancak İsrailliler bu yanılsamayı pazarlamayı başardılar. Öyle ki bazılarımız bu ifadeyi sanki tarihsel bir gerçekmiş gibi tekrarlıyor.
İsrail anlatısının boşluklarımıza sızmasıyla, gelecek nesillerde, Hamas’ın bir terör hareketi olduğuna, işgalin, adaletsizliğin ve zulmün bir sonucu değil, Filistin-İsrail çatışmasının bir başlatıcısı olduğuna ve yerel ulusal bir ideolojiden bu tarihi anda İslamcı bir boyut kazanan değişime uğramış bir direniş hareketi olduğuna inananların ortaya çıktığını görebiliriz. Halbuki, Gazze’de Hristiyanlar çoğunlukta olsaydı, kökleri Hristiyanlıktan gelen bir direniş görebilirdik. Burada esas nokta şu ki, bu direnişin etrafında toplandığı sancak ve sloganlar ne olursa olsun isimlere, ideolojilere ve sloganlara bakılmaksızın, işgale karşı direnmek tabii bir eylemdir.
Direnişi renklere ve taraflara bölmek, Filistin toplumunu böl-yönet politikasıyla dağıtmayı amaçlayan işgalci gücün taktiklerinden biridir. Aramızdaki en sıradan insanlar bile bu oyuna gelmemeli. Bu sömürgeci uygulamayı sadece İsrail’in direnişi zayıflatma hamlesinde görmüyoruz. Bilakis, sömürge tarihinin tamamı, görecek gözleri ve işitecek kulakları olanlara bu gerçeği göstermektedir.
İşgalci gücün tuzağına düşüp Hamas’a yönelik söylemini benimsemek, aklı başında hiçbir insanın yapmaması gereken bir hata olur.
Hamas’ı işgalin sebebi değil, sonucu olarak nitelendirmek ve işgale tepki olarak göstermek 7 Ekim’i doğru bağlamına oturtmuş olur. Zira Hamas, İsrail’e kendi topraklarında saldırmadı. O, işgal altındaki topraklarda hareket ediyor. Buradan bile, İsrail’in meşru müdafaa fikri, ciddi manada şüpheye konu oluyor.
İdeolojik farklılıklarımız ne olursa olsun, adaletsizlik ve adalet gibi temel fikirler konusunda insani düzeyde ortak noktalara sahip olmalıyız. Esas yanlış işgaldir ve tüm normal insanlar işgalin boyunduruğu altında acı çeken halkların meşru direniş hakları olduğuna inanırlar. Eğer Hamas’ı bir sebep değil sonuç olarak görürsek, rengi ne olursa olsun direnişin duygularını paylaşabiliriz.