Bugünlerde Hizbullah, Güney Lübnan halkının ve sakinlerinin gözünde paramparça olmuş bir kalkan gibi görünüyor. İsrail'in 2000 yılındaki çekilmesinden bu yana, Hizbullah’ın tasarladığı ve herkese dayattığı kurtuluş söylemi altında yaşadıkları çeyrek yüzyıl artık geçmişte kaldı.
Bugün, milenyuma girerken elde edilen ‘büyük başarı’dan, yani ‘Güney Lübnan'ın İsrail işgalinden kurtarılmasından’ bu yana hakim olan iklime ve kanaatlere dair hiçbir şey yok. O dönemde, geri çekilmenin direnişin net bir sonucu değil de pek çok karmaşık nedenden biri olan İsrail'in siyasi kararının sonucu olduğu konusundaki tartışmaların üstü hızla örtülmüştü. Herkes Hizbullah'ın anlatısını kabul etmek için iş birliği yaptı ve bu olayı Lübnan toplumu içindeki, konumunu güçlendiren Hizbullah’ın büyük bir zaferi olarak kutladı. Bu zaferin İran ve Suriye gibi Lübnan arenasında nüfuzlarını paylaşan bölgesel güçler arasında bir denge noktası olacağını düşündü. Güneylilerin yüreğinde Hizbullah'ın İsrail'e karşı en etkili kalkan olduğu inancı büyüdü. Bölge sakinleri evlerini doğrudan İsrail sınırında inşa etmeye, küçük ve orta ölçekli yatırımlarını sınırı ayıran tellerin tam karşısında açmaya başladı. Fatıma Kapısı ile diğer temas noktalarından ‘düşmanı görme’ turizmi gelişti. Tüm bunlara, Hizbullah'ın zafer, caydırıcılık ve koruma anlatısını güçlendirmek amacıyla ustalaştığı medya ve propaganda faaliyetleri eşlik etti.
Hizbullah'ın kurtuluş, denklemleri değiştirme, tarihi ve angajman kurallarını yeniden yazma ve Hasan Nasrallah'ın Güney Lübnan halkının sözlüğüne kattığı diğer ifadeleri içeren anlatısının erozyona uğradığı bir ortamda, 20 yıl sonra bu parıltıdan hiçbir şey bulunamıyor.
Temmuz 2006'da İsrail ile Hizbullah arasında yaşanan savaş bile, yarattığı geniş çaplı yıkım ve korkunç insani kayıplara rağmen, bugün maruz kaldığı zedelenme kadar Hizbullah'ın itibarını ve duruşunu zedelememişti. Bu savaşın sonunda Nasrallah’a ‘ilahi zaferi’ deklare etmek, Lübnan halkının savunucusu ve güney sakinlerinin koruyucusu imajını yeniden tesis etmek için yeniden inşa çabalarına katılıyormuş gibi davranmak nasip olmuştu.
2006 yılı, Lübnan'ın genel Hizbullah algısında kademeli bir değişimin başlangıcı oldu. Bu değişim, Refik Hariri suikastıyla doğrudan bağlantısına dair kanıtların birikmesinin ardından Hizbullah’ın Lübnan'da öldürme ve sindirme oyununa girmesiyle ve Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesinin ardından Lübnanlılar üzerindeki kontrolünün temellerini sağlamlaştırma çabasıyla birleşti. Ancak bunlara rağmen güneylilerin bilincindeki bir direniş hareketi olduğu anlatısını korudu. Dahası ne yaptıysa bu direniş anlatısını savunma adına yaptı.
Gelgelelim bugün, sınır köylerindeki geniş çaplı yıkım ve sakinlerinin kitlesel göçü, Hizbullah'ın daha önce güneylilerin kendi topraklarındaki direnişi, düşmanın bunun karşısındaki çekingenliği ve İsrail’in onlara saldırdığı dönemin sona erdiği konusunda geçmişte yaptığı tüm propagandayı geçersiz kıldı.
Yaklaşık 4 aydır yaşanan zorunlu göç ve yıkımın, Lübnan'daki ekonomik çöküşle aynı zamana denk geldiği göz önüne alındığında, işler daha da kasvetli hale geliyor ve Hizbullah'ın kurtuluş, güç ve onur söylemini zayıflatmada belirleyici bir faktöre dönüşüyor. Güney ve Bekaa, kendilerini bir kez daha Beyrut veya banliyölerinde yüksek yaşam maliyetleriyle karşı karşıya bulan, çoğu kamu çalışanı veya emekli olan, gelir kaynakları çöken insanlar için uygun bir kırsal sığınak oluşturdu. Bu kişiler aynı zamanda kira ödemeleri veya çöken temel hizmetlerin alternatiflerinin maliyeti ile de yüzleşmek zorunda kaldılar. Yahut Beyrut’ta bulunan ve kiraları ile köyde geçinmelerini sağlayan mülklerinin kira gelirinden mahrum kaldılar. Lübnan hiperenflasyon, bankacılık kısıtlamaları, kamu hizmetlerinin çöküşü ve iflasın eşiğindeyken, Hizbullah'ın tabanının ihtiyaçlarını karşılama ve genel olarak Lübnanlıların çıkarlarının koruyucusu imajını koruma gücü neredeyse yok denecek kadar az.
Ayrıca Hizbullah'ın 8 Ekim'de Gazze'ye destek için savaş ilan etmesinden bu yana Güney Lübnan'da sürmekte olan savaşta ne gözlemciler ne de destekçiler, İsrail korveti Sa'ar’ın Lübnan sahili karşısında alevler içinde yanması gibi ‘şanlı’ anlar bulamadılar. Savaşın zirvede olduğu o dönemde, telefon ile katıldığı televizyon yayını sırasında Nasrallah, "İşte bakın, açık denizde yanıyor!" ifadesiyle gemiye saldırı eylemini bizzat duyurmuştu.
Bunun tam aksine bugün yaşanan savaş, Hizbullah'ın muzdarip olduğu birçok zayıf noktanın altını çizdi. Saha komutanlarının ve askeri liderlik yapısındaki kilit oyuncuların defalarca ve yakın zaman aralıklarıyla tasfiye edilmesi de buna tanıklık ediyor. İsrail, 2006'daki performansıyla keskin bir tezat oluşturan disiplinli tepkilerin gölgesinde, Hizbullah’ın altyapısını ve üst düzey yetkililerini hedef alarak operasyonel gücünü zayıflatmaya odaklanan askeri stratejisinde dikkat çekici bir üstünlük sergiliyor.
Hizbullah'ın İsrail'e karşı benimsediği sınırlı savaş pozisyonunun utancını daha da artıran husus, Hizbullah’ın gerek önce Suriye'de gerekse bugün Yemen'de olsun bölgesel çatışmalara aşırı müdahil olması, bunun da kaynaklarının tükenmesine, hedef kitlesinin zihninde misyonunun doğası, Lübnan ve dışındaki genel konumu hakkında kafa karışıklığına yol açmasıdır.
Hizbullah’ın Lübnan ve bölgenin geleceğindeki rolü ve etkisi belirsizliğini koruyor. Kesin olan ise Hizbullah'ın varlığının, rolünün ve meşruiyetinin temelini oluşturan kurtuluş döneminden ve efsanelerinden geriye hiçbir şey kalmadığıdır.
‘Güneyin kurtuluşu’ olarak adlandırılan olaydan neredeyse çeyrek asır sonra Hizbullah bir dizi askeri yenilgiyle, korkunç bir ekonomik krizle, kendisine karşı değişen toplumsal duygularla yüzleşiyor. Bunların hepsi bir araya gelerek 2000 yılının o anının birikimlerini yok ediyor.