Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Kültür olarak din

Sosyal bilimlerde din hakkında yapılan konuşmalar, tartışmalar, araştırmalar daha çok dini doğmalara, kaynaklara, kurumlara ve ritüellere odaklanmaktadır. İnsan bilimlerinin amacı, dini doğmaları olumlamak veya reddetmek değildir. İnsan bilimlerinin amacı, cinsiyet, yaş, sınıf, kültür, eğitim, meslek, aile ve daha birçok açılardan farklılık gösteren bireylerin, kendi kültürel bağlamlarında din dediğimiz olguyu nasıl yaşadıklarını, anlamlandırdıklarını ve yenilediklerini araştırmak, anlamak ve açıklamaktır. Din, kitaplarda ve doğmalarla araştırılmaz ve anlaşılmaz.  Din, ancak kültür içinde anlaşılabilir ve açıklanabilir. Dine dair her şey, kültür içindedir. Kültürün dışında kalan hiçbir dini unsur yoktur. Tek bir kültür olmadığı gibi, tek bir din de yoktur.

Dine dair hiçbir şey doğuştan olarak gelmemektedir. Din, kültür yoluyla sonradan öğrenilmektedir. Kültürden öğrenilerek benimsenen inançlar, doğmalar, pratikler ve kalıplar, her kültüre özgü özgün dinlerin ve inanışların ortaya çıkmasını sağlamaktadır.  Hiçbir din, bütüün kültürlerde ve zamanlarda geçerli değildir.  Bütün dinlerde evrensel olarak geçerli ortak değerler, inanışlar ve ritüeller yoktur. Her din, içinde bulunduğu kültürün yerel, tarihsel ve zamansal özelliklerini taşımaktadır.

Din, aile, siyaset, ekonomi, sağlık, folklor başta olmak üzere bütün konularda kültürel araştırma olmazsa olmazdır. Kültürden bağımsız hiçbir insani alan ve faaliyet yoktur. Dinlerde, spesifik kültürleri toplumları aşan evrensel olarak niteleyebileceğimiz boyutlar, pratikler ve kalıplar söz konusu değildir. Dinler tarihi, bütün dinlerin sadece belirli bir kültürel yapı içinde uygulandığını ve üretildiğini ortaya koymaktadır.  Din sadece kültürel bir bağlam içinde anlaşılabilir, çünkü insana dair her şey kültürel bir bağlam içinde ele alınabilir, değerlendirilebilir ve açıklanabilir. İnsan tecrübesi, bir boşluk içinde anlaşılamaz. İnsan tecrübesinin bütün boyutları, kültür dediğimiz bağlam ve zemin içindedir. Sosyal yapının bütün unsurlarına giren, sızan ve benimsenen kültür, aslında insanlar için bir yaşam tarzı oluşturmaktadır.  Dini yaşam tarzı, kültürel yaşam tarzının bir parçasıdır. Dini yaşam tarzını, kültürel yaşam tarzından bağımsız düşünmek mümkün değildir. Kültürel değerler, kurumlar ve kalıplar, çok yönlü ve boyutlu olarak    her zaman ve her yerde  hazır bulunmakta ve insanların davranışlarına yön vermektedirler. Kültür, din dahil hiçbir şeyi kendi içinde hareketsiz olarak bırakmamakta, onların portrelerini sürekli olarak şekillendirmektedir.

İnsanlar, bazı davranışlar ve tutumlar açısından birbirlerine benzeyebilirler. İnsani benzerlikler,  kültürel ve sosyal açılardan da benzerliklere neden olabilir. Kültürler ve toplumlar arasındaki benzer unsurlar, kültürün ve toplumun evrensel boyutlara ve benzerliklere sahip olduğu anlamına gelmemektedir. İnsanların benzerlikleri kadar her bireyin kendine özgü olduğu, yani nev-i şahsına münhasır olduğu gerçeği hiçbir şekilde gözden kaçırılmamalıdır. İnsan, gelişim ve değişim tecrübeleriyle, yaşam stiliyle, kişiliğiyle, tercihleriyle ve değerleriyle özgündür. İnsanlar,benzerlikleri ve farklılıklarıyla insandırlar, Bütün benzerliklerin ve farklılıkların kaynağı, insan olmaktır. İnsan olmak, özgün olmak ve farklı olmak,  izole olmak, yalıtılmış olmak anlamına gelmemektedir. İnsanı insan yapan temel unsur, ilişkisel bir varlık oluşudur. İnsanın bütün ilişkileri, kültür tarafından şekillenmekte, kalıplaştırılmakta ve kurumsallaştırılmaktadır. İnsanlar, kültürlerin içinde doğmakta, büyümekte ve değişmekte, aynı zamanda kültürlere yapmış oldukları katılımlarla ve katkılarla kültürleri kurgulamakta ve değiştirmektedirler. İnsan, insani alandaki ilişkilerini, kimliklerini dini boyuta taşımaktadır. Dini ilişkiler, insani ilişkilerdir.

İnsanın özgün özellikleri vardır. Özgün özelliklere sahip olmak, kültürün üzerimizdeki şekillendirici etkilerini ihmal etmeyi hiçbir şekilde gerektirmemektedir. Kültürel ve kişisel olan, birbirine feda edilecek unusurlar değildir. Özgün kültürel ve kişisel özelliklere dikkat edilmeli ve saygı gösterilmelidir. Her bireyin özgün kişisel özellikleri gözönüne alınırken aynı zamanda kişiliğin içinde bulunduğu kültürdeki insani çerçevede önemsenmelidir. Bireyleri birbirine bağlayan şey, dinler ve kimlikler değil, evrensel insanlıktır. Kültürler, insanlığın altında oluşturulan ve bireylere boşluk yerine dolu bir zemin içinde yaşamalarını sağlayan insani birikimdir. Birey, insanlık ve kültür temelinde   din dahil kimliğinin bütün unsurlarını şekillendirmektedir.

Kişisel ve kültürel olana vurgu yaptığımız zaman dini ve manevi olan ayırımını da dile getirmek lazımdır. Çoğunlukla din ve dindarlık, din ve maneviyat aynı kurgusal örüntü olarak   kabul edilmekte, bu kavramlar    birbiryle özdeşleştirilmektedir. Din ve maneviyat,   din ve dindarlık aynı şeyler değildirler. Din, katı, kurumsal ve kimliksel   nitelikte   belirli doğmalara, kaynaklara, kişilere, kalıplara ve kimliklere bağımlı olmak, onları taklit etmek, şeksiz şüphesiz onlara ait olmayı içermektedir. Dinde kişisel unsurlar yoktur veya minimum düzeydedir. Dinde belirleyici olan kişisel olan değil, kolektif kültürel unsurlardır. Dinde bireysel dinamik yoktur, kültürel dinamik vardıır. Din, kurumsal, formel, kültürel ve doktrinel boyutlara sahiptir. Dindarlık ve maneviyat ise, çok bireysel, içsel nitelikte kurumsallaştırılmamış ve kalıplaştırılmamış bir durumu ifade etmektedir. Din ve dindarlık birbirleriyle ilişkili olmalarına rağmen, birbirinin aynı olmayan, hatta bazen birbirleriyle zıt olan durumlardır. Dindarlık ve maneviyat, insanın derinliklerinde ve dışında olan kutsal olarak kurgulananın aranması ve tecrübe edilmesidir. Maneviyat, insanın insana ve doğaya dair insanın derinliklerinden gelerek verdiği varoluşsal cevaptır. Maneviyat tecrübesi, insanın kendisini, diğer canlıları ve doğayı varoluşsal düzeyde anlamlandırmasına imkan vermektedir. Kişinin, sahici anlamda kendisiyle, diğer canlılarla ve doğayla ilgilenmesi ve ilişki kurması, maneviyat tecrübesinin kendisini oluşturmaktadır. İnsanın kendine, diğer insanlara ve doğaya bağlanmak, onlara doğru harekete geçmek ve onların içindeki aşkınlığı keşfetme tecrübesi maneviyattır.  Dindarlığın, maneviliğin ve aşkın olanın aranması ve tecrübe edilmesi   geleneksel ve modern formlarıyla kültürel kontekste gerçekleşmektedir.  

Dindarlık ve din, maneviyat ve din arasında sürekli olarak bir gerilim ve mücadele vardır. Din, dindarlığı ve maneviyatı sürekli olarak kontrol etmeye, şekillendirmeye ve kendi kontrolüne almaya çalışır. Din, her şeyiyle kültürün ürünüdür. İçsel, kişisel, özel, öznel, spontane ve özgür olan maneviyatın ve dindarlığın şekillendirilmesi, kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi için kültür içinde form ve muhtevası inşa edilen din kurumu oluşturulmaktadır.

Maneviyat, dinden farklıdır. İnsan, hayatının içkin bir boyutu olarak maneviyata sahiptir. Maneviyat, ontolojik olarak insanın varoluş tecrübesinin bir parçasıdır. Din, insan için varoluşsal değildir. Kültürel bir kurgu olarak dinle, insan daha sonra tanışmakta, maruz kalmakta ve kültürel dini örüntüler içinde dini tekrar ve taklit etmektedir. Kültür, kendi içinde oluşturduğu din kurumuyla kişilerin ve toplumların doğaüstü bir atmosferde yaşadıkları duygusunu ve algısını oluşturmaktadır.

Farklı kültürlere mensup insanlar,  maneviyat olarak niteleyebileceğimiz bir tecrübeye, hisse ve anlayışa sahip olabilirler. Dinden ziyade maneviyat, insanların ortak tecrübesi ve boyutu olarak   öne çıkmaktadır. Kişilerin kendilerinin ötesinde daha aşkın insani ve doğal   boyuta ulaşma ve kavuşma isteği, bütün kültürlerde, inançlarda ve toplumlarda kendisini gösteren bir eğilimdir.

Maneviyat, insanın içsel bir eğilimi, kapasitesi ve yönelimidir. Din, insanın maneviyat eğilimini ifade eden ve tecrübe etmesini sağlayan kültürel bir araçtır. Kültürel din örüntüsü olmadan, insanın maneviyatını ifade etmesi ve tecrübe etmesi mümkün değildir. Din, insan maneviyatının içeriğini spesifik olarak tanımlamakta, şekillendirmekte, ifade etmekte, kültürle uyumlu hale getirmekte ve ritüelleştirmektedir. İnsan, kendi içindeki derinliğe angaje olurken, kendi dışında aşkın bir alem yaratmaktadır. Din, insanın kendi dışında yarattığı aşkın alanın ve alemin kurumsallaştırılmasıdır.

Dinler, insanın aşkın bir varlıkla kişisel veya kolektif bir ilişki kurmasını    formüle ederler. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam, insanların kabile, toplum ve ümmet olarak Tanrı’nın birliği etrafında aşkın bir varlıkla ilişki kurmalarını istemektedirler. Hinduizm ve Budizm gibi   Asya dinleri, tek bir Tanrı inancı yerine, insan bilincinin aşkın olarak kurgulanan aleme açılmasını, insanın kendi benlik sınırlarını aşarak yeni bir bakış açısıyla kendisini ve hayatı görmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Yahudilik, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi Ortadoğu dinleri ile Hinduizm ve Budizm gibi Asya dinleri arasındaki   merkezi farklar, kültürün maneviyat ve din alanını şekillendiren temel kaynak olduğunu göstermesi açısından önemlidir. 

Maneviyat, anlam ve dindarlık eğilimleri, birçok kültürde varolan genel insani eğilimler olmalarına rağmen kültürü aşan, kültürün üstünde veya dışında bir dindarlıktan, maneviyattan ve anlam dünyasından söz etmek mümkün değildir. İnsan, din gibi maneviyatını ve anlam ihtiyacını da kültürden öğrenmektedir. Kültür, maneviyatı, dindarlığı   ve anlamı  yüksek motivasyon ve mobilizasyon düzeyi olarak  kurgulayarak  insanın kendi  sınırları içinde  kalmasını ve kendisine uygun bir yaşam sürmesini  sağlamaktadır. Kültürü tanımlayan ve şekillendiren, din ve maneviyat değildir. Dini, maneviyatı ve anlamı tanımlayan, şekillendiren ve belirleyen kültürdür.

Din ve maneviyatın kültür tarafından belirlenmesi, dini ve maneviyatı kültürel bir mesele yapmaktadır. Kültür, dini bir konu değildir, ama din ve maneviyat kültürel konulardır. Dinin ve maneviyatın ortaya çıktığı dini pratikler, kurumlar, ritüeller, formüller ve doğmalar, heterojen, değişken, dinamik, farklı kültürlere göre spesifik özellikler göstermektedirler. Bütün kültürleri aşan evrensel, değişmeyen, homojen, statik ve zaman ve mekan ötesi bir dini ve maneviyat tecrübesi yoktur. Dini değişkenliğin ve çeşitliliğin kaynağı kültürel değişkenlik ve çeşitliliktir. Din ve maneviyat, insan psikolojisi ve kültürü dediğimiz geniş çerçevelerin etkin ve etkili boyutlarıdırlar.

İnsanlar, kendi aralarındaki ilişkileri, etkileşimleri, ilgileri ve anlamalılıkları kültür yoluyla sağlamaktadırlar. Belirli kültürel yapılar içinde büyüyen insanlar, psikolojik yapılarını, başka bir ifade ile duygu, düşünce, davranış, değer ve anlam yapılarını ve kalıplarını kültürden öğrenmekte ve kazanmaktadırlar. Bütün fikirler, tutumlar, değerler, inançlar, felsefeler ve doğmalar kültür içinde bulunmaktadır. İnsan zihni, kolektif olarak   kültür tarafından programlanmaktadır. Kültürün insan zihnini kolektif ve kitlesel düzeyde programlaması, bir sosyal grup mensuplarını diğer topluluk üyelerinden ayırmaktadır. Kültürel kalıplar ve davranışlar denildiğinde, belirli bir kültürel ve topluluğa mensup kişilerin, belirli durumlarda   belirlenmiş değerler, inançlar ve kalıplar çerçevesinde ortaya koydukları alışkanlıklar ve uygulamalar kastedilmektedir. Kültürün insan zihnini  kolektif düzeyde programlaması, büyük ölçüde din yoluyla olmaktadır. Kültür, din örüntüsü etrafında kolektif inançlar oluşturmakta ve bütün mensuplarından bu inançları benimsemelerini ve ona uygun yaşamalarını istemektedir. İnanç, bireyin içinde oluşan bir durum değildir. İnanç, bireyin dışında kültür ve din tarafından kolektif nitelikte oluşturulan bir  durumdur. Kişi, dini, kendi dışında kültür içinde kolektif kabul  ve kurgu olarak hazır  bir şekilde bulmaktadır.

Din, kültürün   içinde varolan  birçok alan ve tecrübeden biridir. Din, kültürün içinde ve üstünde varolan tek tecrübe değildir. Dini, kültür içinde yer alan eğitim, eğlence, siyaset, iletişim, edebiyat, folklor gibi alanlardan farklı ve bağımsız bir kategori olarak düşünmek veya dini, diğer kültürel alanların  üzerinde konumlandırmak   insani gerçekliğe uygun  değildir. Dinin kültür içinde konumlandırılması ve diğer kültürel alanlarla ilişkilendirilmesi sayesinde dinin insan ve kültür bilimlerinin anlamlı bir konusu haline gelmesi mümkündür.

Din, tamamen kültürel bir sistemdir. Kültürel bir sistem olarak dinin sembolleri, kalıcı  pratikleri, motive edici gücü  ve insana  varoluşa dair   hazır bir anlam çerçevesi sunan boyutları vardır.  Dinin sembolleri, doğmaları, kuralları ve kurumları kültürel yapının bir sistemi olarak varolmaktadırlar.

Kültürel sembollerin gücü, arkalarında varolan sosyal hikayelerden gelmektedir. Her din, bir hikayedir. Din, hikayeler yoluyla  onaylamakta, reddetmekte, tepki göstermekte, ilişki kurmakta ve kimlikler inşa etmektedir. Din, aslında hikayeler yoluyla   doğru ve hakikat olarak gördüğü şeyi kurgulamaktadır.  Din, hakikate dair bir kurgular sistemidir. Dinin, hakikatin kendisinden ziyade hakikate dair bir kurgular sistemi olarak anlaşılması önemlidir. Dini hikayeler, farklı kültürler içinde sürekli olarak kurgulanmaktadır. Dini hikayelerin farklı kültürler içinde kurgulanması, dini kimliklerin, kuralların ve kurumların farklı kültürel bağlamlar içinde kabulünü sağlamaktadır.

Din, kutsal veya ilahi olarak  nitelenen  insan ötesi güçlere  inanmayı, onlara ibadet etmeyi ve onların emirlerini yerine  getirmeyi içermektedir. Dinin merkezinde kutsal olarak ifade edilen kavramsallaştırma vardır.  Dinin kutsal veya insanüstü olarak konumlanan güce inanmayı ve ibadet etmeyi kişisel olduğu kadar kolektif bir şekilde yerine getirilmesini   öngörmesinin arkasında dinin bireysel ve sosyal olanı birlikte yönlendirmesi ve kontrol etmesi amacı vardır. Dine dair her şey politiktir. Dinin, insanı  insan ötesi bir güçle ve alemle ilişkilendirmesi ve öteden geldiği iddia edilen  mesajlara ve kurallara uymayı zorunlu tutması politik ve kültürel bir konudur.    İnsanlar, kutsalı aramamaktadırlar. İnsanlar, kutsalı ve insan ötesi olduğu iddia edilen güçleri veya alemleri kültür içinde hazır bir şekilde bulmaktadırlar. Kişiler, çok erken yaşlardan itibaren kültürel hayatın her tarafına sinen dini mesajları, doğmaları, kalıpları, kuralları, kaynakları ve kurumları öğrenmekte ve kabul etmektedirler. Dini kalıpların, kuralların ve kaynakların öğretilmesi ve aktarılması, din alanının insanın doğuştan kendisiyle beraber getirdiği mutlak doğrular alanı olarak anlaşılmasına yol açmaktadır. Dinin söyledikleri ve buyurdukları, insanın doğuştan itibaren sahip olduğu doğrular değildir. İnsan, dine dair her şeyi sonradan öğrenmektedir.

İnsanın öğrendiği dini hikayeler, zaman içinde birbirinden farklılaşmakta, hatta çatışmaktadır. Kültür savaşları olarak adlandırılan  kurgu, malzemesinin büyük bölümünü  farklı ve zıt dini hikayelerden ve kimliklerden almaktadır.Kültür savaşlarının barutu dindir.Dini hikayeyi korumak, kültürel hikayeyi korumak olarak algılanmaktadır. Kültür olarak din olgusu, kendisini kültür savaşlarının  yoğun olduğu yerlerde güçlü bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Kültür ve din, medeniyetler çatışmasına birlikte neden olan iki önemli kaynaktırlar.

İnsanlar, dindarlıklarını sosyal ve kültürel yapı içinde ifade etmektedirler. İnsanın iyi veya kötü davranıp davranmadığını, doğayla kurulan  ilişkiyi, insanın  davranışlarının arkasındaki amacı,  bu dünya hayatının nasıl geçirileceği ve diğer insanlarla nasıl ilişkiler kurulacağını büyük ölçüde  kültür belirlemektedir. İnsanın insanlarla, doğayla ve kutsalla ilişkilerini düzenleme iddiası taşıyan dinler, aslında kültürel bağlama bağımlı olarak şekillenmekte ve uygulanmaktadırlar. Farklı kültürler, farklı din ve dindarlık kategorilerinin, kavramlarının ve kavrayışlarının ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

Kültürel yapı içindeki dini yaşantıyı anlamlandırmak ve açıklamak kolay bir iş değildir. Din, dinin  en iyi açıklamasının gene din  tarafından  yapılacağını genellikle iddia etmektedir. Dinin din tarafından açıklanması ve yorumlanması, teolojik ve doğmatik bir perspektife dayanmaktadır. Teolojik ve doğmatik perspektifte insan ve kültür yoktur. Teolojik ve doğmatik perspektifte kutsal görülen insan ötesi kaynaklar, güçler ve kalıplar vardır. Teoloji ve doğmatizm, insanı ve kültürü dışlamaktadır. Dinin din tarafından açıklanması yaklaşımının karşısında dinin kültürel perspektiften açıklanması ve yorumlanması yaklaşımı bulunmaktadır. Kültürel perspektif, dinin antropolojik, tarihsel ve bağlamsal düzeylerde araştırılmasını, anlaşılmasını ve açıklanmasını öngörmektedir. Kültürel perspektifte insan ve kültür vardır. Kültürel yaklaşım, zengin  ve çoğul dini tecrübelerin  form ve muhteva açısından kültür tarafından  şekillendirilliğinin anlaşılmasına büyük katkı sunmaktadır.  Kültür, dinin sosyal bir çerçevede kabul görmesini, uygulanmasını ve devamını sağlayacak araçları ve imkanları yaratmaktadır.