Mişari Zeydi
Suudi Arabistanlı gazeteci- yazar
TT

Sefasını süren, cefasını çeksin

Kadim Yunan medeniyetinde yer alan eserlerde Yemen; tütsü, ticaret, bilim, şiir, bilgelik ve kahve ülkesi ve Sebe, Maîn ve Himyer gibi medeniyetlerin diyarı olarak talihli bir yer olarak tanımlanmışsa da yaklaşık bir asırdır bir savaştan çıkıp diğerine giriyor, bir felaketi geride bırakıp başka bir felakete yürüyor.

Bu aralar en çok konuşulan konu, Kızıldeniz’in korsanlığa karşı güvenliği ve İran’ın bu konudaki ayartması. Batı orduları, Babü’l Mendeb kanallarında (enbübü’l-Mendeb) toplanmış durumda.

Şu an büyük amcamız Ebu’t-Tayyib el-Mütenebbî’nin tarif ettiği ve Seyfüddevle bin Hamdan et-Tağlibî’ye karşı Rumların liderliğinde açılan düşman ‘cephesine’ benzer bir tablo görülüyor. Seyfüddevle, Mütenebbî’nin emiri ve övünç kaynağıydı. Ne demişti şaheserinin ilk dizesinde:

Faziletlerin değeri fazilet sahipleriyle ölçülür

Orduların çeşitliliğini de şu dizelerle tarif etmişti:

Her yaştan ve milletten insan orada toplandı

Yaşananları ancak tarih kitapları anlatabilir

ABD askeri, istihbarat ve siyasi olarak kılıçlarını keskinleştiriyor ve mızraklarını sallıyor. Ortadoğu’da müttefik olarak gördüklerini de bu savaşa katılmak üzere beraberinde getiriyor. Kendisi de bu cephenin batısını ya da batısının büyük bir bölümünü temsil ediyor.

Kızıldeniz’deki Araplar, Arap Yarımadası ve hatta Yemen’in meşru liderleri, ABD’nin bu ‘geç kalmış’ hamlesine pek sevinmiş değiller. Bu, Husi savaşçılara acıma duygusundan veya devletin aleyhine milis davranışlarının devam etmesi ve İran projesinin yollarına dahil olunması endişesinden kaynaklanmıyor. Hayır, bu memnuniyetsizliğin sebebi, ABD’nin kararlılığından ve doğal sonuca kadar sağlam duruşundan duyulan şüphedir. Bunu tecrübe eden etti.

Bir Arap atasözü der ki: Sefasını süren, cefasını çeksin

Yani bırakın, rahatlık ve gevşeklik zamanında keyif çatan, rahatsızlık ve darlık zamanında başının çaresine baksın.

Evet, Kızıldeniz’de tehlike büyük. Uluslararası ticaretin de durumu oldukça kritik. Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in açıkladığına göre seyrüseferdeki aksaklıklar ve gemilerin Kızıldeniz sonrası yapılan rota değişikliği, birincil emtia pazarlarındaki siyasi duruma bağlı ‘risk primini’ koruyacak.

Peki bu, hikâyenin başı mı sonu mu?!

Yani Arap Koalisyonunun yıllar önceki çabası, durumun şu an şahit olduğumuz hale gelmesini engellemek için değil miydi? Tam olarak öyleydi. Peki bu insanların görevlerini tamamlamalarına kim engel oldu?  

Bugün Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, Yemen’e saldırıları sebebiyle Ortadoğu’daki çatışmanın uzaması ihtimalinden ABD’yi sorumlu tutuyor. ABD’nin düşmanlarının bu duruma sevinmeleri öngörülür bir şey. Ama durum, düşmanın başına gelen kötü duruma sevinmenin ötesine geçtiyse, o zaman başka.   

2004 yılından beri Husiler, bol miktarda silah istifledi. Özellikle de Sana’nın kontrolünü ele geçirdiklerinde Yemen Cumhuriyet Muhafızları’nın füzeleriyle hava ve deniz kuvvetleri tugaylarının sahip oldukları her şeye el koydular.

Bugün ne durumdalar peki?

Yukarıda söylediğimiz söylemediğimiz her şeye bakınca Suudi Arabistan’ın bugün Kızıldeniz sularında yaşananlara ilişkin politik tutumu anlaşılır hale geliyor. Bu tutum, Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan tarafından pekiştirildi. Reuters’in aktardığına göre Bakan, Amerikan CNN kanalına verdiği röportajda şu ifadeleri dile getirdi:

“Elbette seyrüsefer özgürlüğüne yürekten inanıyoruz. Bu özgürlüğün korunması gerekir. Ancak bölgenin güvenliğini ve istikrarını da korumamız gerek. Bu yüzden durumu olabildiğince sakinleştirmeye odaklandık.”

Bugün öncelikli olan iki şey, kalkınma ve sükunettir. ABD’lilere ve onlarla birlikte olanlara ise iyi şanslar.